Kendimi karamsarlığa boğmaya çalışıyorum. Nefessiz kalmaya başladım , göz kapaklarım ağırlaştı. Beyaz bir ışığı görmek istiyorum, bütün dertlerimi alıp götürecek beyaz ışığı. Beni alıp götürecek kadını beklerdim önceleri. Ama o gelmedi, ve bende ışığı bekliyorum. En azından onun geleceğini biliyorum. Belki bugün boğulmasam bile, yinede bir gün gelecek. Ölüm bile beni terk etmiş olamaz. Çok kavga ettik geçmişte ölümle, fakat o beni sever. Dibini gördüğüm şişeler kadar sever beni. Kül tablamdaki sigara izmaritleri kadar sever beni. Beline sarıldığım kadınlar kadar sever beni. Ettiğim küfürler, attığım yumruklar, vücudumda ki yaralar kadar sever ölüm beni. Bende onu severim, her gece tavanda gördüğüm suratlar gibi, rüyalarımda gezen suratsız çıplak kadınlar gibi. Resimlerimdeki hatalar gibi severim.
Daha önce denedim, denizde boğmayı kendimi. Fakat olmadı. Gözlerimi sahilde açtım , birkaç nefeslik unutmuştum herşeyi. Kapı altından gelen o ufak esintiyi, çaydanlığın altından damlayan o ufak damlayı, kalbimin derinliklerindeki ufak çocuğu, aklımın derinliklerindeki katili. Herşeyi unutmuştum. Hayatımın en güzel üç veya dört nefesiydi. Fakat herşeyi hatırladığımda yine başarısız olduğumu anlamıştım. Ben ki intihar bile edemeyen adam. Galiba dedim kendi kendime, galiba ölüm bana küstü. Kendimi kumda boğmayı denedim, kazdım ve kazdım. Fakat kazdıkça hatırlamaya başladım. Her bir kürek darbesinde geceleri gördüğüm kadınların suratları geliyordu aklıma. Sonra canım acımaya başladı, acıyı hatırladım. Korkmaya başladım, üşümeye. Daha sonra eski sevgililerim aklıma geldi, kaybettiklerimi gördüm. Sevmeye başladım. Kazdıkça sertleşiyordu toprak, yeniden kazandığım duygularım gibi. Bir anda fırlattım küreği elimden. Çünkü bir şey daha hatırlamıştım. Burası benim hayallerimi, arzularımı, duygularımı gömdüğüm yerdi. Burası benim ruhumun mezarlığıydı. Küreği çukurdan dışarı fırlattım ve hafifçe uzandım yaş toprağa. Korkmaya başladım. Fakat sonra korkmayı unuttum. Üşümeyi unuttum. Bacağımda dolaşan kırkayağın dokunuşunlarını unuttum. Kafamın altındaki taşın verdiği acıyı unuttum. Yavaş yavaş yüzler silinmeye başladı, önce dudaklar , sonra gözler. Daha sonra beyaz bir ışık yükseldi, gecenin karanlığıyla sarmaş dolaş vals yaparken. Karanlığın silüeti, ruhumla sevişmeye çalışıyordu. Belki birkaç içki içerlerdi. Sonra yatağa atabilirdi ruhumu. Gülümsedim hafifçe. Dudaklarımındaki çatlakların yavaşça yarıldığını hissettim gülümserken. Çukurdan hafifçe çıktım, üstümü başımı çırptım ve yürümeye devam ettim. Gölgem yoktu bu sefer yanımda. Galiba dedim yine içimden, galiba o da bana küstü.