18 Ağustos 2013 Pazar

Pedicabo


 Kaçmanın, kaçıp gitmenin hayaliyle uyuduk senelerce. Dünyanın amına koyma rüyalarımız yarıda kesilirdi bazen. Uyanırdık. Tekrar uyumaya çalışanlar olduk biz, sonu görmek için. Geceleri konuştuk. Gündüzleri yapamayacaklarımızı. Özledik, nefret ettik. Hormonlu duygularımız vardı. Bilemedik farkı. Aşk ve Seks kavramlarını ayırt edemeyecek kadar körleştik.

 Belki diyorum, belki parmak uçlarım kadınların tenleri yerine, gitarımın tellerini tercih etseydik dolanmak için; şu an bir Satriani olabilirdim. Bir Hendrix belki. Ama olmadı. Harcamaya çalıştım her şeyimi. Geri kalanlarıysa buraya yazıyorum. Mektup yazacak kadın kalmadığında, yine buraya yazacağım.

Bir arkadaşım vardı. En fazla ne kadar acı çekebileceğini görebilmek için kaşlarını tek tek yolan. Kitabın sonuna bakmıştı. Fakat anlatamıyordu kimseye, nasıl bir his olduğunu yahut kitabın sonunda ne yazdığını. Anlatamıyordu. '' Daha geçenlerde.. '' diye başlayan cümleleri '' Çok acı çektim be bilader ''le son buluyordu. İnsanların aksine o kendini yaldızlı yalanlarla süslemiyordu, ya da ruhunu üç boyutlu bir piramit gibi pazarlamaya çalışmıyordu. Onun toplumda bir işi vardı. Her gece becerme hayaliyle uyuduğu kızların, nefret ettikleri babalarının dahil olduğu sisteme o da dahildi. O anlatamayan adamdı. O anlatmak değil, bağırmak isteyen bir adamdı. Nasılsın sorusuna cevap vermeyi bilmeyen, iki bira içmek için bile arkadaş bulamayan, Hakan Günday romanlarından fırlamışcasına hayatı becerme isteğiyle dolu olan bir adamdı.
 Kadınlar tek mutluluğu olmuştu. Kendini, ne bok olduğunu ona unutturan kadınlar tercihiydi. Çok konuşmayan kadınlarsa daha öncelikliydi onun için. Unutamadığı biri de vardı. O da herkes gibi unutmak için sevmezdi, unutamamak için severdi. Pişmandı. Onu bırakan sevgilisini daha sert beceremediği için pişmandı ! O nefret dolu bir adamdı ! Eğer ona son isteğin ne diye sorarsanız '' Son kez çay içmek ve Chet Baker '' dinlemek derdi. O romantik bir adamdı. Exantrique !
 Pek yazı yazmayı bilmezdi o, fakat güzel ağlardı. Ağlayabilen, döktüğü her göz yaşından nefret eden bir adamdı. Aynaya kaç senedir bakmıyordu kim bilir? İlgisizlikten ölecekti belki de Oğuz Atay gibi. Aynada ki yansıması bile kanser olmuştu ilgisizlikten.
 Kimdi bu adam? İyi biri miydi? Duygusal mıydı? Vergilerini, faturalarını öder miydi? Uykusuz muydu o da bizim gibi?

O hikayede ki yalnız adamdı. Yalnız kalmaktan nefret eden, fakat yalnızlığa kendini adamış adam.

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Kim bu yazıların torbacısı?




 Kendi kahvaltıma geç kalıyorum.

 Haftalar geçti, hala hiçbir şey değişmedi.

 2 senedir devam eden düzenli bir ilişki var. Her ikimizde birbirimizi aldatıyoruz

 La Grange dinliyorum, karşımda iki çingene ve üç oğlu. Duymuyorum. Çocuk ağlıyor. Huzursuzluk var içimde.

 Tanrıya dava açacağım.

 Bitmeyecek geceler beni bekliyor. İçimi yakıp kavuracak bir özlem.

 Nedense, aynı anda özlüyoruz, aynı anda seviyoruz. Ve aynı anda birbirimizden nefret ediyoruz

 Bir şey olacak. Kötü bir şeyler. Bilmiyorum.

 Melancholy Man.

 İşin en üzücü yanı, hayatım boyunca aradığım kadını geçmişimde bulmam oldu. Hayatımı sürdürebileceğim tek insanın beni artık geçmişi olarak görmesi.

 Saygı derdim, saygı sevgiden daha önemli.. Değilmiş ! Ben sadece egoist birisiymişim meğerse. Doğru, öyleyim. Fakat sadece egoist değilim, aynı zamanda sevginin bağlama gücünden korkan biriyim.

 Sevgi bağlamadı beni iki yıldır sevdiğim, bağlı kaldığım kadına. Biz suç işledik. Bizi suç bağladı. Herkesi kandırdık. Herkesten sebepsizce nefret ettik. Öldürmek istedik aramızda olanlar. Birbirimize kavuşmak için değil, daha fazla bağlanabilmek için.

 Yine döndük başa. Müzik tekrar çalmaya başladı. İki sene önce nasılsam öyleyim. Bir çığlık atsam keşke. Sağır olsa yedi milyar insan. Kör olsa Tanrı. Film bitse.. Kopsa film. Düşsek bir boşluğa. Ve Tanrı evreni tekrar yaratsa.. Yine döndük başa.

 Son. Her şeye değer katan tek sıfat. Son. Son kadeh, son sigara, son gün.

 İlk. Her şeye heyecan katan tek sıfat. İlk. İlk kadeh, ilk sigara, ilk gün.

 Her şey batıyor. Batıyoruz. En dibe. Yavaş yavaş.

 Neredeyiz Juliet?
 Neden hergün daha kötü hissediyoruz, Hannibal?
 Nasıl bu kadar güçlü kalabiliyorsun, Beatrice?
 Çok karanlık, sensizlik çok karanlık, Lenore!
 Fakat biliyorsun ki ben aydınlığı sevmem, hikayedeki kötü kadın.
 Kötü görünen kadın, kötü hissettirilen kadın. Özlediğim kadın.
 Ruhunu şeytana satmış meleğim.

 Zaman geçiyor. Her saniye sana yaklaşıyorum. Şu anda senin bulunduğun yerden saatte altmış kilometre hızla uzaklaşmama rağmen, geleceğimi biliyorum. Sana geleceğimi değil, seninle geleceğimizi.

 Hikayede ki kötü adamın blogu değil bu okuduğunuz, canı sıkkın bir adamın yazıları. Aşık ve özlemiş bir adamın. Radyo yayını yapmak isteyen bir adamın. Anarşizan, umursamaz kalan, içi ölü olan, bir kadına tapan bir adam. Olmayan, var olmayan bir adam.

 Women seem wicked, when you are unwanted.

 Kim okur lan acaba bu yazıları çok merak ediyorum?

 Ölüyoğz kardoğlarr.

 Ölmedik.. Ölmeyi de başaramadık ya ölünüzüsikiyimkardoğlar.

 Evleneceğim. Yemin ederim inandığım ne kaldıysa, ne varsa hepsinin üstüne. Çünkü buldum. Tüm kadınların, tek beden olduğu kadını buldum. İki kişiliğim de aşık onun iki kişiliğine. Ben hikayede ki kötü adam, ben otobüsü kaçırdığı için aşık olduğu kadından vazgeçen adam. Ben mutluluğu çiğneyip tüküren adam. Aşığım. Doğduğumdan beri aşıktım. Ben her kadın için temiz bir sayfa açtım. Geçmişi gömdüm. Yanılmışım. Meğerse temiz sayfa açtığım her defter, geçmişimi gömdüğüm her mezar ona aitmiş. Kaçtığım kadınlar, kovaladığım suratlar, yeni açtığım her şişe, söndürdüğüm her izmarit ona aitmiş meğerse.

 Sabah uyandığımda onun gözlerini görmek değil, uykusuz kaldığım her gece de onun göz altlarını izlemek istiyorum.

 Ben onunla yatmak değil, her gece uykusuz kalmak istiyorum.

 İyi geceler.