28 Aralık 2014 Pazar

Sensizlikler diyarı


  Astım ceketimi gözlerimde sönen dünyaya. Ve geçmişten kalma anıları koydum dudağıma. Soğuktu evet biraz hava. Kızamıyordum o yüzden hiçbir şeye. Buz tutmuştu, morarmıştı kalbim ellerim kadar. Aşkın kırmızısı derler ya hani, bilirsin. Öyle morarmıştı işte. Neyse konumuz bu değil. İki ileri bir geri yaşıyorduk illa ki hayatı. Üzüldüğüm olaylar yavaş yavaş kabuk bağlamaya başlamıştı. Annem çocukken çok bağırmış ''Yolma şu yaraların kabuklarını'' diye. Bisikletten de düşmemişim hiç. Matematik sınavına çalışırken, pergel saplamışım meğerse koluma pisagoru bulamayınca. Hatırlamıyorum o zamanları ben. Darbe oldu birkaç yıl evvel. Yaktılar tüm anılarımı birer birer.

 Bir gün kafenin tekinde oturuyordum. Karşımda oldukça alımlı, benden tahminen iki üç yaş büyük bir kadın vardı. Saçlarını izlemiştim biraz. Biraz gözlerini. Kalktı ayağa. Geldi yanıma. Sandalyenin boş olup olmadığını sordu. Çok ağrıma gitti boş demek. Ne kadar yalnız olduğumu anladım işte orada. Almasaydı ya o sandalyeyi.. Son umudumdu lan o benim!
 Korkaklar çabuk kesip atar derler. Ben o duyguyu kesip atmaya çalıştım daha sonraları. Yalnız olacağımı. Yalnız öleceğimi. Kestim. Bileklerimden başladım, göğsüme kadar kestim. Ama atamadım. Atamadım üstümden şu hayat denen zehri. Hep bir bahanem oldu ölmemek için. Tabi o gece bunun farkına varamayacak kadar sarhoştum. Tutmuş anksiyete krizim, bir çocuk parkında sigara içiyorum. Gözlerim salıncağa takılmış. Bir düşünce sarmış ki ruhumu, ne kasvetli, ne lanet. ''Önceden ne güzel demirdi bu salıncaklar. Hepimiz sığardık. Neticemiz ağrırdı biraz ama. E şimdi hiç sallanamıyoruz. Cidden ne kadar oldu sallanmayalı? Bir ara yapmalıyım..''. Okuduğunuz üzere kendimle uzun uzun sohbetlere dalmışken, birden bir ses duyuverdim. Çok eski bir dostun sesi gibi geldi başta. Bir kadın ağlıyordu. Evet. Kokusunu alabiliyordum gözyaşlarının. Etrafıma baktım biraz. Yanılmıştım. Kafasında kulakları, çamur ve kirden griye çalmış beyaz elbisesiyle bir tavşan ağlıyormuş meğerse. Neyse ben devam ettim tabi anksiyeteme. ''At mı tantuni? Az yedirmemişlerdir. Keşke söyleseler. Şimdi böyle kuşkuda kalıyorum. Ya biri bir gün at yedin mi diye sorarsa? Ne cevap vereceğim?''

 ''Merhaba sigaranız var mı?''

''Yemiş olabilirim, olmayadabilirim! Ne açıdan baktığımıza bağlı!''

 ''Efendim?''

Farkındalık. İlk önce tavşanın geldiğini farkettim. Sonra ona dediklerimi. En sonda istediği şeyi. Çıkartıp uzattım hemen. Centilmenliğimi eksik etmeyip önce onun sigarasını yakacaktım ki elimden aldı çakmağı, izin vermedi. ''Kusura bakma, uzun süredir at yiyip, yemediğimi düşünüyorum. Kafam çok karıştı''dedim. Açıklamam yeterliydi. En azından kendimce. Siz hiç yaşlı gözleriyle sigarasını yakarken gülümseyen bir tavşan gördünüz mü? Ben gördüm o gece. Konuştum biraz. Gökyüzü kızıla çalana dek bekledik parkta. Bir numara aradı sonra. Telefonu yanıp söndü. Siktir çeken sevgilisi pişman olmuştu. Tavşanın kulağı ve telefon arasından fırlayıp kulağıma gelen ses bana beyaz beton duvarları anımsattı bir an. ''EVDE MİSİN?''. Öptü yanağımdan. Gitti sonra tavşan. Salıncakla göz göze geldim o sıra.

''Yememişimdir dimi lan?''

------------------------------

Hatırlıyor musun? Saçının tellerine değen rüzgarı kıskandığım günleri, sen düşüncesiyle uyuyup sensizlikle uyandığım haftaları, ayları? Tüm geçiyor gibi görünüp aslında hiç geçmeyen onca zamanı. Sensiz olduğu kadar seninle. Hatırlamıyorsun değil mi? Hak veriyorum sana. Hiç söyleyemedim ki. bağırdım belki dalıp giden bakışlarla, mektuplar yazdım lan düşen her yağmur damlasına. Ben miyim korkak şimdi söyle bana?
 Unutmaya çalışıyorum şimdi o bilmediğin ama hep var olduğun anıları. Ben iki kişilik bir mezar kazmıştım oysa. Gönlümdeki son bakir zeytin ağacının altına. En çok acı veren şey, o mezarda tek başıma yatmam değil, seni tek başıma gömmek zorunda kalmak oldu. Bakir bir zeytin ağacının altına... Gün gelir gördüğün sevgiyi hatırlarda, anlarda ilahiler okumak istersin diye.
 Şimdi alır götürür beni yolunu yordamını bilmediğim bir rüzgar uzaklara. Gözyaşlarımı saklar yağmurlar yahut sarar bedenimi dalından vazgeçmiş yapraklar. Omuz olur bana alkol şişelerine koyup denize fırlattığım kahkahalar. Sensiz yaşayabileceğimi anlatır bana annemin hatırası. Alışkınım uykusuz gecelerin getirdiği kedere. Göğsümde bıçak yarasıyla gezmeye. Ruhum yaşlı. Bedenim uçarı. Ah rüyalarımın kadifesinden örülmüş kadın. Ahmet Kaya'nın sözleri geliyor hep aklıma..

''Ne sen bulutsun, ne de ben yağmur..''

-----------------------------------