Yürüyoruz. Upuzun ve karanlık bir yol. Nereye varacağı faili meçhul katillerin günlüklerinde yazılı. Hayır. Bir saniye. Yürümüyoruz. Motorun tepesindeyiz. Ben sürüyorum, belime.. hayır hayır belime sarılmıyor. Kollarını havaya kaldırmış çığlık çığlığa.
Sabaha karşı martıları gibiyiz. Günün ilk ışıklarından bile hızlıyız.
Bugüne kadar her ne halt yediysek, hepsinin sifonunu çoktan çekmiş gibiyiz. Elli iki yaşında bir babanın askerlik anılarından daha yalanız.
Benzinlikte sigarasını yakan rimeli akmış kadın gibiyiz. Mesajla gerçekleşmiş ayrılıklar kadar umursamazız.
Tanışmak için harcanan nefesleri, çığlık atmaya ayırmışız. Biz aynı şarkının nakaratına yanlış zamanda girmişiz ama hiç umursamadan söylemeye devam etmişiz anlayacağın.
Neyse kısa kesiyorum.
----------------------------------------------------------------------------
-Ülkenin en batısında bir kasaba var. O kasabada da bir mezarlık, şehir dışında. Koca mezarlıkta tek bir tane zeytin ağacı, ağacın altında üç mezar var. Üçünden biri beni mahveden kadının annesinin.
Neden anlatıyorsun bunları bana dedi. Nereden geldik şimdi buraya. Gülümsüyordu. İçinde biraz heyecan vardı. Çünkü biraz önce belki de aynanın karşısında defalarca tekrar ettiği cümleyi söylemişti. Her cevaba hazırlamıştı kendini. Hayırlara, alaylara ve tabi olumlularına da. Ama buna tatbikatını yapmamış ilkokul talebeleri kadar hazırlıksız yakalanmıştı. Sıranın altına saklanamadan kan revan içinde kalmıştı mavi önlüğü.
-Bayramlarda giderim oraya. Zeytin ağacını bulana kadar öyle taşları okurum, insanlara bakarım. Pek kalabalık olur. Ama ne kadar kalabalıksa o kadar da sessizdir. Hep huzurlu bulmuşumdur bu nedenle mezarlıkları bayram vakitleri. İş çıkışı şehir merkezi kadar kalabalık olsa da, kış vakti kumsalından bile sessizdir. Siyah gömleğimin kollarını sıvar bir testi ararım. Hayratların başında sıra beklerken herkesin gözü genelde üstümde olur. Ama hır gür çıkartamazlar. Çünkü kızlarıyla beraber yakalandığım babaları tutan ''Beyim yapma, mezarlıktayız'' diyen bir anneleri vardır. Bir mutluluk sarar bu nedenle içimi. İnsanlara bakıp, merhaba dedikten sonra bana saldırmadıkları nadir yerlerdendir çünkü. Testimi doldurur, bir zamanlar tümsek olan ama bakımsızlıktan çökmüş kum tepelerine basmadan ilerlerim. Gözlerim zeytin ağacını arar. Bulamazsam mezar bekçisi Rauf dayıya sorarım, o gösterir eğer ayıksa. Ki genelde bayram zamanı kumar oynamadığından parası olur, çok ayık olmaz..
Dikkatle beni dinliyordu. Dişlerini sıkmış, bu hikayenin nereye varacağını bekliyordu. İç organları titriyordu sabırsızlıktan, yüzüne çiviyle çakılmış gülümsemesi o kadar sırıtıyordu ama yine de hislerinin karışıklığından onu oradan almayı unutmuştu. O da benim kadar vahşi görünüyordu. Bir ressam olsa, çırılçıplak bir adamın bayram günü mezarlık ziyaretlerini, çırılçıplak bir kadının vahşi bir gülümsemeyle dinlediğini nasıl çizerdi acaba?
-Mezarı bulduktan sonra başımla selamımı verir, otları yolmaya başlarım. Bulduğum bir taşla toprağı biraz karıştırır, havalandırırım. Önce kenar taşlarını yıkarım sonra da mezar taşındaki tülbenti temizler, tekrar bağlarım. Tüm işlemlerin bitmesi için iki üç testi su gerekir. Eğer yeteri kadar gücünüz varsa hepsini yüklenirsiniz ama mezarlıktakilerde testi aradıkları için pek hoşnut kalmazlar almanızdan. Sonra bu işlemleri yanındaki mezarlara da yaparım. Pek bakmazlar onlara, geleni gideni bir ben olurum bayramdan bayrama.
------------------------------------------------------------------------------
Balkonumdan bir sigaranın dumanı daha veda ediyor aylardır saklandığı sigaramın çarşafına. Birazı gözlerime kaçıyor, gözlerimden de biraz yaş. Parmaklarımı dayayıveriyorum hemen gözlerime telaşlı bir şekilde. Kaçırmak istemiyorum bu sefer evimin manzarasında yaşanan saniyeleri. Yarım saat önce sızdığım koltuklarda kulağıma müstehcen şeyler fısıldarken dokunan dudaklara sahip kadının, nasıl da hiçbir şey olmamış gibi yürüdüğünü izliyor apartmanım. Gülümsüyor etrafa. Biraz sonra aldatıldığını öğrenen kocasının sinir krizi tarafından öldürülse bile, onun adına tutulacak kayıtlarda geçecek olan evime giriş çıkış saatleri arasında ki tirede her şeyin sıkışıp kalacağını nasıl da güzel biliyor. Cinsel doyumsuzluğunu bastıran vücut, nasıl da güzel siliyor surattan, bakışlardan suç izlerini.
Sokaktan geçerken onunla bakışmaya çalışan erkekler, kocası, oğlu. Asla bilmeyecek. Kimse. Yaptığı iyiliği yedi düvele duyurmaya çalışırdı insanoğlu. Karşılık beklerdi. Karşılık alamazsa, bir boşluğa düşer, kimse duymayacaksa iyilik yapmanın ne anlamı var derdi. İşlediği suçu kimsenin duymadığını, duymayacağını bilmekse ayrı bir keyif katardı bu yedi düvelin insanlarına. Fakat biz o insanlardan değildik. Bizim en büyük keyfimiz, işlediğimiz suçları itiraf ederken karşımızdakilerin bize attığı bakışlarıydı. Suç ne kadar büyükse, mimikler o kadar sertleşir, anlaşılması kolay olurdu. Şaşkınlıkları, iğrenen bakışları, dudak hareketleri, yüksek frekanslı bağırışlarının ardından gelen çığlık dolu göz yaşları. Ve nefretleri. Çünkü biz bununla besleniyorduk. Ve en büyük korkumuz bizi işlediğimiz suçlara rağmen kabul edecek olanlardı. En büyük korkumuz bizdik. Aynalarda dahi bazen, kabullenemiyor, kendi yansımamızı kırıyorduk. İlk ayna kırışımdı. O kadar korkmuştum ki; biri bana yumruk atarsa paramparça olup yerlere döküleceğim sanıyordum.Yıllar sonra fark ettim ki kırılmak yerine daha dayanıklı oldum. Kırıldı elbet. Burnum, elmacık kemiğim ve de bira şişelerim.. Aynı zamanda patladı da. Dudaklarım, kaşlarım ve de arjantin bardaklarım. Bir de… bir de özledi. Evet! Özledi, özlüyor aslında hala parmaklarım, tenim ve de sigara külüm. Daha tanımadığım birini, sokak köpeklerinin üstüne asfalt dökülmüş gömülü kemiklerini özledikleri kadar özlüyorlar. O kadar ağır ki, hiçbir kadının aşkı, hiçbir dostun sevgisi dengeleyemedi bu alçantrak teraziyi. Bir tek işte alkol var. Hafifletiyor bir geceliğine. Ya da öyle bir sarhoş(!) ediyor ki izin veriyorum bu ağırlığın beni ezmesine. Bir keresinde canımı bile almasına izin vermiştim. Ama hiç öldürmüyor. Çok kısık bile olsa, nefes alabiliyorsunuz altındayken. Yaşamanıza, işe, okula gidip, zaruri konuşmalara bile yetecek kadar.
Zaten öldürse adı aşk yerine, intihar olurdu.
-----------------------------------------------------------------------------
Bu saatte neyin uçağı bu?
Neyin kafası?
Şarap aldım son paramla.
Sorumluluklarım var elbet.
Ama Zibidiler çalıyordu. Sinirlendim. Çok sinirlendim. Alıp boğazımdan bir şişe bocalamak istedim. Baş ağrımı dindirmek içindi elbet.
Aldım da, bocalayamıyorum. Uzun zamandır alkol almamıştım, tadını unutmuşum.
Şimdi ağrı kesicileri vurucam.
Üstüne de bir sigara.
Tamam ben iptal beyler.