Edemediğin küfürler, bitiremediğin sigaralar, dibini göremediğin şişeler, sıkıpta atamadığın yumruklar, boğazında düğümlendiği halde bağıra bağıra ağlayamadığın sebepler, gitme diyemediğin gidenler, kovaladığın gelenler, atamadığın nefret, bulamadığın şarkı, geçmişten kalan bir kaç hatıradan ibaretim ben. Senin çakırkeyf gecelerinde, sarhoş sabahlarında, elindeki sigaranın dökemediğin külünde yaşarım ben.
29 Ağustos 2016 Pazartesi
İhtiras
Asla ama asla bitmeyecek tek yazımdır bu. Nevermore demiş ya Poe, öyle işte. Bir kuzgun yok elbet penceremizde, gelecekten ışıklar sunsun evimize. Ama biliyoruz bir şeyleri işte. Bazen, bazı şeylerin olmayacağını hisseder ya insan, yakar canını tuttuğu köşeden gol yemek. Öyle oluyor her seferinde işte.
8 Ağustos 2016 Pazartesi
Historia Doble
Kaldırımda dikilmiş, elleri belinde izliyordu etrafı derin derin. Diyecek bir sözü var mıydı? Yoksa tüm kelimeler anlamını mı yitirmişti onun için artık?
Bu sabah yine aynı güne uyandım. Öğlen iki. Telefonumda dört cevapsız arama daha. Üç farklı kişiden beş mesaj daha. Yedi bildirim. Dolu muyum? Kime göre neye göre? Şimdi söyleyin bana, ekranı dolmuş bir telefonla uyandığınızda mı kalabalıksınız yoksa yatağın yine en yalnız yerinde ayıldığınızda mı daha yalnızsınız?
Hafifçe eğdi başını öne. Elini soğuktan çatlamış dudaklarına doğru götürüp, ağzını kapattı. Biraz eğildi bacaklarıyla. Karadeniz de gemisi batmıştan çok pasifikte uçağı düşmüş gibiydi. Aldatılmış mıydı? Yoksa kandırılmış? Ona verilen tüm sözler, o yerine getirmesine rağmen yerine getirilmemiş, dünya hiçbir karşılık vermeden tüm nefesini alıp kaçmış gibiydi. Yakalamayacağını bildiği halde geyiklerin peşinden koşmuş, uçurumun kenarına gelince geyikler kanatlanmış o ise yere çakılmış gibiydi hali biraz. Bilirsin ya, son papazıda düşmüş misali.
Yüzünüzü yıkadıktan sonra aynaya nasıl bakıyorsunuz? Baktığınız da neler görüyorsunuz? Gördüğünüz kişi, olduğunuz kişi mi? Olduğunuz kişi kim? Yalnız mı o da sizin gibi? Tabi, siz yalnızlığınızı aldığınız ruhsal iltifatlarla, kapı numarasını bilmediğiniz dostlarınızla gizlerken, o geceleri her gece şişesinden ucuz şaraplarda boğuluyor. Tabi ya. Bugün hangisi olacaksınız peki?
Tüm sokak sustu. Hayat bir anda duruverdi. Bir ben vardım, bir de o. Hayatın onlara ne kadar adil olduğunu soruşturan birkaç serseri bir de.
''Yapabilirim.. Yapabilirim.''
Yanına gitmek, konuşmak istedim onunla. Belli bir şey olmasa da sadece konuşmak. Çünkü ihtiyacı varmış gibi duruyordu. Farklı konu başlıkları altında, kelimeleri ve nefes duruşları önceden seçilmiş konuşmalar, hitaplar yapmaktansa, yalvar yakarış konuşmaya ihtiyacı varmış gibiydi. Sol gözüm onu böyle görüyor fakat sağ gözüm yanına gidip bir şey söylersem önce bana bir müddet bakacağını, ardından çekip gideceğini söylüyordu. Bir yandan onun -belki de varolan- huzurunu bozmak istemiyor, onu görmenin verdiği duyguları kaybetmek istemiyordum. Bir yandan da şansımı denemek istiyordum.
Ayakkabılarım, saatim, cüzdanım, telefonum, sigara paketim, çakmağım. Ne çok eşyam varmış bu hayatta böyle, say say bitmedi. Kıyafetlerim, parfümüm, kitaplarım. Mesela dünyanın herhangi bir yerinde sırf ayakkabıları olduğu için hayata bağlanan bir insan var mıdır? Parfümü, sigarası olduğu için? Yada çakmağı bittiği için intihar eden bir adam. Demişlerdir ona da belki, dışarı da milyonlarca çakmak var, hepsi aynı şeye yarıyor sonuçta, hatta bak onun kadar güzel görüneni alırız sana. Daha iyisini, daha pahalısını hatta. Sıkma canını, üzülme, çakmak dediğin nedir ki diye. Acaba o da demiş midir, olay ne çakmakta, ne de sigaranın yanmasında. Olay ne zaman bir şeyi seçsem, diğerlerinin kalıp bir tek onun gitmesinde.
Dayanamadım. Gittim yamacına. Sigaramı cebimden çıkartıp diğer elimle çakmağımı aradım. Hayır, tabiki de ona çakmağı olup olmadığını sormadım. Çünkü kendi çıkardı. O da farketmiş olmalıydı. Tüm sokağın sustuğunu, hayatın durduğunu. Bir benim bir de onun kaldığını.Hayatın onlara ne kadar adil olduğunu soruşturan birkaç serseri sızmıştı çünkü.
Seri adımlarla indim merdivenden, çıktım apartmandan. Sokaklar insan doluydu. Gündüz vakti. Bir yere gidenler, dolaşanlar, fikirlerini birbiriyle paylaşırken gezinmek isteyenler. Belki de birilerini arayanlar, birilerinden kaçanlar. Ben hangisiydim peki? Hepsi belki de. Henüz gün doğmamışken tek başıma kıvranırken yatakta görmek istediğim, görmeyi özlediğim insanları görmemek için, onlarla karşılaşıp samimiyetsiz görmezden gelmelerine rastlamamak için kaçınıyordum. Garip değil mi? Yakıp yıkma planları kurduğumuz avmlerin sırf kestirme diye içinden geçip gitmemiz.
''Yalancı yarın'' dedim, henüz yaktığı sigaramdan bir nefes çektikten sonra. Dudaklarımın arasından duman çıkarken devam ettim. ''Düne uyanık, yalancı yarınları yaşıyoruz. Ne vakit uyansam gece bir iki sularında, bir garip his oturuyor cigerlerimin biraz üstüne. Hiçbir sigara bastıramaz, hiçbir ilaç kesemezmiş gibi. İnsanoğlunun tıkış tepiş gittiği yarın trenlerine hep geç kalıyorum sanki.''
''Farklı kumsalların medcezir çizgileri'' dedi.
''Efendim?''
Telefonunu kaldırarak gösterdi, gözleri sokağın diğer ucuna bakıyordu.
''Öyle yazmış. Öyleymişiz. Denize kıyımız olsa bile farklı kumsallarmışız falan filan'' dedikten sonra hafifçe gülümsedi sesi ve dudakları.
Konuyla bir alakam olmadığı için sessiz kalmayı tercih ettim. Ama bu ufak gülümsemelerin ne denli kahkahalara, kahkahaların ne denli gözyaşına ve hıçkırığa döndüğünü biliyordum. Biraz önce bardağı taşıran ufak ve önemsiz bir damla olmuş olabilirdim.
''Farklı siyasi fraksiyonların telgraf telleriyiz dememiş en azından. Çünkü öyle olsaydı, anlaman zor olurdu. Soru işareti atardın, o da açıklamaz kalbini kıracak şeyler söylerdi. Yani. Bilemedim ki. Çünkü fraksiyo..''
''Merak etme ağlamayacağım'' diyip biraz daha sesli güldü.
''Emin misin? O yola doğru ilerliyoruz gibi ama..''
''Alışkınım, yani..'' Elinin tersiyle gözlerini sildi, hırlayarak gülmeye devam ediyordu. ''..yani..Oldu sonuçta daha önce de, yaşadım bunları, tıpkı aynı olayın doğru yolunu bulmak için sürekli geçmişe geri dönen adam gibi. Ama bir doğru yolu yok işte bunun. Kimisinde yere çöktüm komaya girdim ağlamaktan, kimisinde umursamadan devam ettim yoluma..''
Çakmağını elinde sallıyıp duruyordu. Bir anda sigarasının bitmiş olabileceğini düşündüm, o henüz cümlesinin yarısındayken paketimden çıkardığım sigarayı koydum dudağına.
''Sağol..'' dedi ağzında sigara varken ve yaktı sigarasını. ''İşte devam ettim kimi zamanda yoluma. Ama bir doğru yolu bulamadım. Her türlü yaşıyorsun bu ayrılık meretini. İnsanlar bile aynı olsa, zamanlar bile aynı kalsa, ya bak'' diyip gökyüzünü gösterdi.''Şu siktiğimin bulutu bile aynı yerinde, öylece kalsa, yine de yaşıyorsun her defasında. Sırf alıştın diye acısı azalmıyor yani. Acı yine aynı acı, sadece sen biliyorsun ne yapacağını. Paniğe kapılmaktansa usulca, sessizce çekiyorsun acını. Bilmem kaçıncı dövmeni yaptırmak gibi, anladın işte.''
Hayatın bu maratonluğunda en büyük zevkim yanımdan geçen insanların bakışlarına hikayeler yazmak olmuştu. Kim bu, nereye gidiyor. Zaten başka hayatlara olan merakımızdan yapmadık mı çoğu şeyi? Sınırları aştık, savaşlar çıkardık, sevgili olmak zorunda kaldık belki de. Televizyon programları, biyografi kitapları, sosyal medya takipleri. Ne kadar uzun zamandır konuşuyorum kendimle? Oldu baya. Telefonuma bakıyorum biraz da. Bir sevgilim var. Anlaşamıyoruz uzun zamandır. Önceleri her saniyesi hayatın onu dinlemek isterdim. Ezberlemek için kelimelerini, farklı, hoşuma giden, bazen tüylerimi diken diken eden duygulara büründürürdü beni. Tıpkı.. Tıpkı bir şarkı gibi. Dünyanın en güzel şarkısını bulduğumu düşünürdüm. Defalarca dinlerdim. Yolculuklarda, gecelerde, bir şeyler yaparken. Her yaptığım harekete anlam katıyor, kendimi ona göre şekillendiriyordum. Fakat son zamanlarda. Sıkılmaya başlamıştım, aynı bas gitarı, aynı vokali dinlemekten belki de. İşin garip yanı bu grubun tek şarkısı buydu. Tıpkı her insanın tek olduğu gibi. Evet biraz önce bir çakmak örneğim vardı ama makro düşünmeyin dediklerimi. Belki de biraz başka şeyler dinlemek istiyorumdur. Hemen yargılamayın beni.
Yürüdük biraz. Yorulunca bir parka oturduk. Tanışma molası dahi vermeden devam ediyordu konuşmamız. Birbirimizin cümlelerini tamamlıyorduk. Uzun saçlarının rüzgarda dağılışını izliyordum o konuşurken belli etmeden. Bu park, bu sokak. Hiçbirini izlememiştim daha önce bu şekilde. Susuyorduk ara sıra etrafımızla gerçekliğimizi koparmamamız için. Belki de gece ikimizden birinin evine gitmemek için. Susuşlarımız ve birbirimize attığımız gülüşler arttığında, kalkma kararı aldık. Numarasını bir kağıt parçasına yazıp verdi. Şarjımın olmadığını ben bile unutmuştum. Kanatlanıp gitmek istedim bir sonraki güne. Ona o mesajı atmayı düşünmek o kadar cazip geliyordu ki. Bir an önce ayrılmak istiyordum ondan ve bu sonu yaklaşan geceden. Ki bir sonraki buluşmamız daha hızlı gelsin. Yeniden göreyim onu. Gözlerimin önünde olmasına rağmen özlemeye başlamıştım bile sohbetini.
Aniden sevgili olan insanlar, neden bu kadar düşünürler ki ayrılık mesajlarını? Sanırım insanın kendi cenaze merasimini planlaması gibi bir şey bu da. Kimler gelecek, kimler ağlayacak? Hepsine olan merakı. Tamam bununla bir alakası olmayadabilir ama ben ayrılıkları becerebilen biri sayılmam pek. Aslında ben ayrılık öncesini de becerebilen biri değilim. Becerdiğim şeyler çok kısıtlı olabilir evet. Bilgisayarımı açıyorum, gün batmış çoktan. Perdelerimi çekiyorum, odamın ışığını açmak için uzanıyorum yan duvara. Biraz kafa dağıtıcı egzersizden sonra, telefonumu alıyorum ve yazmaya başlıyorum. Mms sınırına gelmeden sıyırmam lazım. Evet. Evet. Sonuna da etkili birşeyler. Hmm, şu nasıl olur?
''Farklı kumsalların medcezir çizgileriyiz seninle.''
Nazikçe reddediyor onu evine bırakma teklifimi. Sarılmak için yaklaşsak da bunun doğru olmayacağını ikimizde biliyoruz. Hafifçe el sallayıp, başımızla selam veriyoruz. Arkama dönüyorum, hızlanıyor adımlarım. Dudaklarımda bir gülümseme, ne düşüneceğime henüz karar vermemişcesine yürüyorum. Eve gidip, uyanmak, o doğru saati beklemek için sabırsızlanıyorum. ''Belki de. Belki de doğru saat yoktur. Direkt mesaj atmalıyım, bu geceyi yalnız başına geçirmesini istemem.'' tarzında düşüncelerimle birlikte evime varıyorum. Perdelerimi kapatıyor, ışıklarımı açıyorum. Üstümden kıyafetlerimi bir çırpıda çıkarıyor, telefonum şarj olurken vakitin hızlı geçmesi için bilgisayarı açıyorum. Bir kaç dakika sonra dayanamayıp priz yanına yere çöküp, açıyorum telefonu. Verdiği numarayı tuşluyorum, kaydediyorum. Ne demeli? Belki de aptalca bir espri ''Nerelerdesin, ses seda çıkmıyor, o kadar zaman oldu görüşmeyeli?'' Saçmalama. Daha düzgün, endişeli, sahipleniyormuş, merak ediyormuş gibi. ''Vardın mı evine?'' Yok hayır. Eğer doğru zaman yoksa, doğru mesajda yoktur. Bir tek doğru olan gerçekliktir. O halde, neden bu yaldızlı yalanlar?
''Dayanabileceğimi sanmıyorum. Bu geceyi seninle konuşarak bitiremezsem, gözüme uyku girmez. Kusura bakma.''
Kaydol:
Yorumlar (Atom)