12 Şubat 2015 Perşembe

Karnımdaki kelebeklere masallar


 ''Nasıl olacak?''

 Oldukça lüks bir ev. Aile tatilde. Beş altı genç. Ve ben. ''Yapıştırıyorsun.. Evet oldu.'' Ne zaman etkisini gösterir diyorum, hafif bir gülümsemeyle ''Belli olmaz o, ama seni uçuracağına eminim!'' Kahkahaya bırakıyor yerini gülümseme. ''Hadi bakalım.'' diyorum. Hadi bakalım. Yemediğimiz tek bok bu kalmıştı. Bunu da yiyelim. Bu renginde tadına bakalım. Kaybedecek neyim var sanki?

Baş dönmesi başlıyor önce. Alışkınım. Birden bir bağırış. Solumda oturan sarışın, iri yapılı ve suratı ter içinde kalmış gençten geliyor. ''Kedimin üstüne basma lan! Basmayın lan! LAN!''. Herkes kaldırıyor ayaklarını. ''Gel valencia, gel kızım.'' Ellerini uzatıyor boşluğa, kucağına alıyor valencia'yı. Seviyor. Sert görünümü bir anda kayboluyor. Anne şefkatiyle okşuyor sol kolunu. Terler damlıyor valencia'nın üstüne. Bakakalıyorum. Damlalara. Düşerken.. Yavaşlıyor.. Yavaşlıyor. Islanıyor suratım. Bir anda yağmur başlıyor üstümde. Ayağa kalkıyorum, kapşonumu çekiyorum. Saniyeler içinde sırılsıklam kaldığımı hissediyorum. Ceketime bakıyorum. Oldukça kuru. Kafamı tavana kaldırırken bir kadın beliriyor karşımda. Önce gökyüzüne, sonra kadına bakıyorum. Ellerimi tutuyor. ''Son bir defa daha sarılalım.'' diyor. Etrafa bakıyorum. Gece. Parktayız. Kadını tanıyorum. Çok iyi tanıyorum. Kalbimin sızısı sarıyor bedenimi. Bende kadını. Sonra bir fısıltı kopuyor dudaklarımdan. ''Hayır.. Hayır!'' Git gide şiddeti artıyor sesimin. ''Gerçek olamazsın. Gerçek olamaz.'' Zihnim hayalini görmeyi bile kabullenemiyor bu anın. İtiyorum kadını. Kadın düşüyor. Paramparça oluyor. Bakıyorum. Vazoya. Pahalı görünen parçalanmış vazoya. İnce bir ses bağırıyor, ne ara çıktığımı hatırlamadığım odadan. ''Annemi sikerken iyiydi değil mi yavşak?  Şimdi bende sıra! Becer beni de!''

 Başım dönüyor. Oturuyorum ilk gördüğüm sandalyeye. Terliyorum. Terliyorum. Kapatıyorum gözlerimi. Ellerim buz kesmeye başlıyor. Yumruk yapıyorum. Bir anda üşüme hissine kaptırıyorum kendimi. Üşüyorum şimdi de. Çok üşüyorum. Açıyorum gözlerimi. Bir banktayım. Karşımda siyah saçlarında, sarı birkaç tel olan bir kadın bu sefer. Onu da tanıyorum. Ruhum sızlıyor bu sefer. ''Olmamalı böyle.'' Ekliyor ardından aynı nefeste. ''Belki de böyle kalmalıyız. Ayrı.. Yalnız.. Ne bileyim.. Konuşamıyorum doğru düzgün.'' diyor ve gülümsüyor. Heyecanını takip ediyorum göğüs kafesinden. Kar taneleri vuruyor suratıma. ''Senelerdir böyle olmadı mı? Senelerdir ayrı ve başka bedenlerde yalnız! Şimdi böyle bir fırsat varken, neden? Neden devam edelim aynı hüzün ve acıyla!'' diyemiyorum. Onun yerine gülümsüyorum. Zorluyorum kendimi fakat tek bir kelime dahi çıkmıyor ağzımdan. Zorluyorum. Zorluyorum. Çığlık atıyorum avazım çıktığı kadar. Geriye doğru düşmeye başlıyorum bir anda. Karanlığın içinden izliyorum düşerken hala gülümseyen kadını. Tutunmaya çalışıyorum. Herhangi bir şeye. Bacaklarım kesiliyor sanki. Ayaklarım buz gibi. Bıyıklarım terliyor. Parmaklarım titriyor. Derken tutunuyorum bir yere. Bir uçurumdayım. Tek elle tutunmuş yardım bekliyorum. Suratını göremediğim biri geliyor. Önce işaret parmağımı tutuyor. Kaldırıyor tutunduğum yerden. Öpüyor. Kırıyor. Sonra orta parmağım. Dudaklarının arasına alıyor, diliyle üstünden geçiyor. Kırıyor. Ardından tüm parmaklarımı kırıyor. Gülümseyerek.'' Yapma!'' diyorum. ''Ne olur yapma!''. Yükseklik korkum var benim. ''Yapma, düşmek istemiyorum tekrardan boşluğa''. Yalvarıyorum. Ama dinlemiyor. ''Kendi ayakların üstünde durmayı öğrenmelisin'' diyor. ''Zemin bile yok aşağıda!'' bağırıyorum düşerken. Birkaç dakika düşme hissi. Daha sonra duruyorum. Tüylü bir halının üstünde yüzükoyun yatmış bir şekilde kendimi buluyorum. Gözlerimi açtığımda Alta'ir Ibn La'ahad'ı görüyorum tepemde. ''En büyük yenilgimiz düşmemiz değil, en büyük zaferimiz düştükten sonra kalkmaktır'' diyor gözlerimin içine bakarak. Kapatıyorum sımsıkı, baktığı gözleri. ''Siktir git. Siktir git. Gerçek değilsin. Hiçbiriniz.'' Nefes alamıyorum. Dört yanıma bir basınç biniyor. Kollarımı oynatamıyorum neredeyse. Gözlerimi açıyorum. Havuzun içindeyim. Bir hışımla kendimi yüzeye doğru ittiriyorum. Derin bir nefes çekiyorum. Bir anda kelebekler doluyor ağzımdan içeri. Öksürüyorum. Aksırıyorum. Kalbimi parçalıyorlar sanki. Midemi yarıp çıkmaya çalışıyorlar içerdekilerse. Yüzüyorum kenara doğru. Çıkıyorum havuzdan. Yatıyorum mermere. Son gücümle bağırıyorum tekrardan. Boğazım acıyor. Ruhum dudaklarımın arasından çıkıyor. Göğe doğru ilerliyor hızla. Kırmızıya ve laciverte çalınmış göğe doğru.

 Çığlığım bittiğinde duruluyorum. Arkamda ki evden sesler geliyor hala. Zevk naraları, küfürler. Yarım saat sonra kalkabiliyorum. Yürüyorum sendeleyerek eve doğru. Kapıyı açıyorum. Koridorda sarışın, iri yapılı genç yerde duran kedi mamasını yiyor. Üstünden büyük bir adım atarak salona geçiyorum. Kızıl saçlarının arasında mavi boya lekeleri olan kız koltukta zıplıyor. Arada ''Daha sert'' diye bağırıyor. Ve diğerleri. Kasları çoktan yorgunluktan ve su kaybından iflas etmiş olanlar. Çöküyorum kızın yanına. ''Hoşgeldin enişte'' diyor bana dönüp omzundan. ''Katılmak ister misin?''.

Bu denli bir uyuşturucunun etkilerini görüyorum. Neler yaşadığımı hatırlıyorum. Mahvolmuş gençleri. Kedi maması yiyen ve ağlayan genci, babasıyla sevişen kızı. ''Naptım ben?''. Boynum başımı taşıyamıyor. Bacağımda bir titreşme hissediyorum. Telefonum. Alıyorum elime. Ekranı tamamen su dolmuş. Son dakikalarını yaşıyor. ''Ananı sikiyim!'' diye bağırıyorum. İlk cevap veren yanımdaki kız oluyor. ''Annem mutfakta, biraz zayıfladı ama ölüsü bile iş yapar!'' diyip kahkaha atıyor. Bakmıyorum sesin geldiği yöne. Gözlerim telefonda. ''Siktirin gidin'' diyorum sessizce. Kalkıyorum ayağa. Birkaç adım atıyorum. Dizlerimin üstüne çöküyorum. Bacaklarım gitmiyor. Gözlerim kapanıyor yavaşça.

 ''Hadi baba, eniştemi annemin yanına götürelim, mutfakta yapalım birazda. Sıkılmıştır o orospu da.'' Kızın bacaklarımdan tuttuğunu hissediyorum. Sürüklüyor beni. Yavaşça. Kahkaha atıyor. Hareket edemiyorum. Üşüyorum. Kafam antrenin girişinde duran ayakkabı dolabına çarpıyor. Mutfağa giriyorum. Kedi maması yiyen gençle gözgöze geliyorum. Biraz daha devam ediyor kız sürüklemeye. Bırakıyor. Musluğun altındaki dolabı açıyor. ''Uyan orospu! Sana arkadaş getirdim!'' diye bağırıyor dolaba doğru. Son duyduğum o buruk, titreyen ve yaşlı sesle birlikte bayılıyorum.

''Lütfen.. Yardım edin..''

11 Şubat 2015 Çarşamba

Adflicto Affligo

 
 Bir paket sigara, votka ve bir kaltak.. Pardon! Kumsal yazacaktım. Evet kumsal. Sevgililer günü planım. Yarın içinde geçerli bu plan. Ondan sonraki gün de. Belki votka değişir. Emin değilim. Şu mavi haplar var ya. Onlarda güzel.

 Şimdi bir yerlerden fırlasan, ''Ne yaptın ben yokken onca zaman?'' desen. ''Seni bekledim.'' derdim. İnanmazdın. Herhangi biri için bu kadar beklenir mi derdin kendince. Hala herhangi biri görürdün kendini. Belki biraz konuşur, bir defa daha buluşur, ardından geri giderdin. Aniden. Uzunca bir mesajla. Defalarca okuyup, bir daha okumamak için sileceğim o uzun mesajla. Ardından tekrar okumak için hayatımı feda edeceğim o uzun mesajla.

 Bir çingeneye fal baktırdım. ''Sana çok elmas vermişler güzel oğlum, hepsini kömüre çevirmişsin. Şimdi o kömürler birikmiş içinde. Yanıyor cayır cayır. Cigaranın ucundaki kül misali kalbin. Gökkuşağı görmez kalmışsın. Bir dirilir, bin ölür olmuşsun. Sen kendini çok feci kaptırmışsın orospu ruhunu.'' dedi. Şaşırdım tabi. ''Baksana biraz daha, var mı? Orospu ruhumu kaptırdığımda o falda''.
 ''Kırk yıllık, kulpu kırık hatrı var bir tek. Torunum var, onunda böyleydi.''
 ''Ne oldu sonra?''
 ''Olmadı. Hiçbir şey olmadı. Hayat devam etti, O yandı. Ne zaman baksam gülerdi yüzü. Ama ağlardı içi.''

 Arada bir dikkatimi çekiyor. Kadınlar. Yalnızlıktan üşüyen kalbime sıcak geliyor gülümsemeleri, saçları, elleri. Zihnimeyse bir o kadar soğuk. Benliğimle sürtüşen sen düşüncesinden yanıyor devrelerim. Kopuyor kayışlarım. İlgisizleşiveriyor, bir sigara daha yakıyorum ardından. Neyin ardından, kimin ardından? Girmeyelim o konulara şimdi.

--------------------------

''Kaldır lanet ellerini!''

 Berbat bir gecenin sabahında, kırmızı beyaz puantiyesinin üstüne deri ceket giymiş 20'li yaşların ortalarında bir kadın yarı otomatik tüfeğini bana doğrultmuş bağırıyordu. Geceden kalmaydım. Kollarımı kaldıracak gücüm yoktu. Gözlerine baktım. Önünden geçtiğim binanın köşesinden tüfeğinin ucu ve gözleri görünüyordu. Birbirine karışmış siyah saçları. Kırılmış tırnakları, sararmış dişleri.
 Durdum olduğum yerde. Şapkam vardı. Giydiğim terzi dikimi kahverengi paltoya uygun bir şapka. Altı delik, fakat boyalı ayakkabılarım. Zor zamanlardan geçiyorduk. Toplumca. korku gerçekliğini yitirmiş bir sahtelikti artık bizim için. Bir tebessümdü karşılaşıldığında. En azından benim için. İntihar etmek için yüzlerce plan yapıp, korkak olduğu için uygulayamayan bir adamdım.
 Evet, biraz o tip erkeklerdenim. Her şeyi bir kadına adıyan ve o kadını bulunca tüm dertlerinden kurtulacağını düşünen. Arayan, arayan, arayan.. Her çiçeği dalından kopararak arayan velhasıl. Hava biraz kapalıydı o gün. Kötü kokuyordu sokaklar. Ter, barut, kan ve leş. Hiç böyle düşünmemiştim. Aklımda hep bir kütüphane yahut bir park vardı tanışmak için hayatımın kadınıyla. Şimdi, büyük ihtimalle kaşlarımın arasına doğrulttuğu yarı otomatik tüfeğiyle, hayatımın son küfrünü hoş sesiyle etmiş oldu.

''Diz çök! Diz çök pis domuz!
''Lütfen..'' dedim. Boynum eğikti. Gözlerine şapkamın altından bakıyordum. Gözlerimi görmesini istedim. Çıkardım şapkamı. Elimin tersiyle alnımı sildim. ''Pis olup olmadığıma bir şey diyemem, ama domuz olmadığımı biliyorum''. Gülümsedim. Buruk bir gülümse değildi. Neşeliydim. Biraz korkuyordum o kadar. ''Seninle böyle bir günde tanışmamız ne kadar da..''

''You'r grin like a dead hare!'

 Ağır bir hakaretti. En azından benim gibi yüksek egolu biri için. Çevirmeme gerek yok. Hala kendimi kötü hissediyorum hayatımın aşkından bunu duyduğum için. Pek aldırış etmemiş olsamda, yüzümde ki gülümseme silindi. Paltomu çıkardım. Yere attım. Saramış gömleğimin düğmelerini açtım. Hayallerin, gerçeklerden daha güzel olduğunu tekrardan görmemek için kısa kesmek zorunda hissettim kendimi. Sımsıkı kapadım gözlerimi. Sıska bedenim çıplaktı. Kemiklerim oldukça çıkıntılıydı. Bağırdım. Korkudan titrerken tüm zihnim, cesurca bağırdım. Aşıklar gibi. Ölümü göze almış aşıklar gibi.

 ''CROI!''

Gözlerimi açtığımda öğlen güneşi penceremi aşmış gözlerime vuruyordu. Birkaç saniye etrafıma baktım. Gözlerimi açamıyordum. Göz kapaklarımı izledim bir müddet. Elimi bilinçsizce kafama götürdüm. Bir korku sardı emsalsizce içimi. Gözkapaklarıma kazınmış bir namlu ve iki göz. Şapkamı arayan elim, zihnimin çok derinlerden gelen üzücü komutuyla geri düştü. Terden ıslanmış yastığımı tersine çevirdim. Yavaşça araladım gözlerimi. Kalbimde bir kurşun vardı. Acıyordu. Sızlıyordu. Boğazımda birikmiş mermileri yutmaya çalıştım. ''Croi!'' dedim sessizce. Rüyada gördüğüm kadın IRA askeri değildi. Belki uyduğu tema oydu. Fakat o kadın, geçtiğimiz bu ay içinde her saniye düşündüğüm tek kadındı. Her gece düşünüp gülümsediğim, zarar görmemesi ve mutlu olması için evrene yalvardığım tek kadındı. Bana en uzak olan kadındı belki de. Olmasına rağmen birkaç adım ötemde. Bir sigara yaktım. Hafif doğruldum. Güldüm yine. Kalkıp ayna da suratıma baktım. ''O kadar da değilim be!'' dedim kendime. ''Yani, çirkin olduğum için gitmiş olamaz değil mi?''

--------------------------------

2 Şubat 2015 Pazartesi

Tek Porsiyonluk Adam

''O beni, ben umutlarımı. Yanlış anlama. Terk edilme durumu. Merak ediyorum da, umutlarım neyi terk etti?''
  ''Onu!''
  ''İyelik eki getirebildiğim hiçbir şeyin onu terk edebileceğine inanmıyorum..''



Nerede kalmıştık? Ne kadar delirdiğinizi biliyorum. Devam edin, devam. Kaybolun mavilerde, şiirlerde. Bırakın. Bırakın, bırakın. Ben toplarım yarına kalmış sevgilerinizi ve yarım kalmış sözlerinizi. Sarhoş dillerden fırlamış ''Seni asla bırakmayacağım''ları. Geceleri göğün gözüne, gündüzleri yerin dibine girdiğiniz anlarda hep şakağınızda ki sızıyım ben. İşim ne sonuçta? İşim ne mi? Sokak kedilerim var, uçmayı öğrenememiş kuşlarım. Ölürler ben size bakarsam. Siz ölmezsiniz ama bakmazsam. Acı çekersiniz, unutursunuz, gençlik dersiniz. Hemen birkaç hata daha yapıp, gelir anlatırsınız.

Tek porsiyonluk adam kimdir? 
 Tek porsiyonluk adam dediğimiz kişi bir bakıma kahramandır. Kadının en zor anında çıkar karşısına. Kadının çıkılagelmez bir yolda olduğunu görüp ona aşık olur. Kendine aşık eder. Sözleri, kelimeleri hazırdır. Anılarını şekillendirir. Asla göstermez kim olduğunu. Sihirbazdır, illizyonisttir. Sahte bir gerçeklikle yaklaşır. Boktan bir kumsalda, huzuru. Bir mesajda, mutluluğu. Bir bakışta hüznü yaşatır. Birkaç farklı sonla biten kitaplar gibidir. Kaybeder kadını sayfaları arasında. Kadın, aşk sonunu bulana kadar doldurur sayfaları yaldızlı üçgen yalanlarla. Kadının kendine olan özgüvenini kazandırır. Sevişir gerekirse her gece ruhuyla. Sırf o mutlu olsun diye yaşar, nefes alır. İnanır tek porsiyonluk adam her defasında. Saftır biraz. Her denilene inanır. Sözler verir. Tutar. Öyle bir tutar ki belinden sözleri, sözler nefes alamaz. O yüzden ömürleri kısadır. Ölür tüm sözler. Ama şimdi o aşamada değiliz. Tek porsiyonluk adam genellikle, can yakan adamdan sonra, hatalı ilişkilerden önce gelir. O arada ki çizginin cambazıdır. Eski sevgiliyle ilgili her şeyi unutturur. Ama hatırlar. Tüm geçmişini hatırlar kadının. Her şeyi dinler. Kadın küfür ederse güler; kadın özlemeye başlarsa, daha iyisini yaşatmaya çalışır. Mücadele verir kendi içinde tek porsiyonluk adam. Kendini siktir eder önce. Eğer kadın çok fazla anı anlatıyorsa, hepsini hatırlamak için kendininkileri siler. Sanar tek porsiyonluk adam. Saftır biraz. Her kadını hayatının aşkı sanar. Cebinde çikolata taşıyan adamdır tek porsiyonluk adam. Sigarayı azaltır, arkadaş çevresini daraltır. İlgisiz bırakmaz kadını. Telefonu geceleri yarım saat aralıklarla kuruludur. Uyuyakalırsa uyanmak için. Çünkü bilir. Kadının gönül yarası olduğunu. Uyuyamadığını. Uzun mesajlar yazar. Egosunu okşar. Yalnızlığını söndürür. Bıçağı çeker. Alamaz ama çekmeye çalıştığını gösterir.

Orospudur tek porsiyonluk adam. İhtiyacı olan gider. Boşaltır kalbini. Zihnini. Çıkar, gider. En büyük günahsa, aşık olmaktır tek porsiyonluk adama. Gerekirse yine kadın için vazgeçer aşkından tek porsiyonluk adam. Görevi kutsaldır. Bir kadının değil, tüm kadınlığındır tek porsiyonluk adam. Onun aşkı, kadınlığadır.

Kimi kadın aldatır, tek porsiyonluk adamı. Ağlatır gitmeden. Süründürür. Gizli sadist zevklerini, tatlı, kibar ve merhametli bıçaklara gizler. Bir erkeği, adam yapmaktan sonra, bir adamı ezmek gelir listesinde kadının. Suç atar bazense. Sevdiğini kendi yüzünden kaybetmiş olmanın acısı içinde yanar tek porsiyonluk adam. Pişer orada. Servis edilmek için başka tabaklara. Onlar için onca mücadele vermiş adamı görmezden gelir başkaları sonra. Sever. Siker. Suçlar. Siler. Gider. Sonu hep gidiştir, kaybediştir tek porsiyonluk adamın.

Tek ihtimalli bir hayattır onunki. Kaybetmek, kaybetmek ve kaybetmek.