28 Mart 2015 Cumartesi

Astronomik sancılar ve kanser rengi duvarlar.



''İyi ki burdasın.''

Sabah 7. Ben uyanığım. Yine. Tahmin etsene bir niye? Mesaj attım, evet.

 ''Seni benden bu kadar uzaklaştıracak ne yaptım?''

Soruyla başlar her şey. Sonra farkındalık gelir. Verdiği, vereceği cevap acıtmaz canını. Suskunluğu çarpar suratına neden çekip gittiğini. Çok yakar canını. Neden seninle bu sıcak yatakta olmadığı. Tıpkı Tanrı'yı keşfetme süreci gibi.
Önce sorular vardı. Sordu Ademoğlu. Tanrı sustu. Tanrı cevap veremezdi çünkü O cevabın ta kendisiydi. Ademoğlu farketti.
Farkettim. Gitmesinin nedeni kendi olmasıydı. Benimde ben olmam. Ağzı, burnu, mıktanıs dudakları, günbatımı kokan gözleri. Benim değildi sadece. Başkasınındı. Sıkılmıştı bir de benden. Geleceği olacağım gerçeğinden bunalmıştı belki de. Geçmişi yaptı beni de.

 ''Ulan hassiktir! Yapılır mı bu? Nasıl yapmışım ben tüm bunları bilmeden?!''

Üçüncü aşama çalar kapıyı. Kabullenme. Ademoğlu bulur ve kabullenir Tanrı'yı. yaptığı ve yapacağı yanlışların bir cezası olduğunu. Ve daha fazla günah işlemeden bekleyip, cezasını usulca çekmekten başka bir çaresi olmadığını düşünür.
Bekliyorum seni. Cevap atmanı. Mesaj atmanı. Akşamüstü yazsan bile olur. Uyumuyorum. Uyku girmiyor gözüme. Öpmeliydim seni. Bilseydim! Bilseydim biteceğini. Daha fazla öperdim. Bırakmazdım elimden geldiğince ellerini. Sadece bilseydim. Mutlu bir adam olarak uyumazdım benimle olduğun gecelerde. Seni izler, seni özler, seni düşünürdüm. Şimdi bu soğuk cehennemde. Bir sensizlik, bir ben bir de battaniye. Bekliyorum. Yanıyorum. Alkol yanığı tuttu ruhumu. Gözlerim kan revan. Kafamda rakı kadehleri çarpışıyor. Ve ben her saniye daha fazla kaybediyorum.

Dördüncü evre. Çaresiz bekleyiş.

Acı. Bunaltı. Depresyon. Dayanamazsın. Yenik düşersin arjantin bardaklara. Gözlerin kusmak ister. Yastık her gece annenin omzu gibi şefkatli, babanın mezarı kadar soğuk olur.
Dayanamaz Ademoğlu. İşlediği günahların prangası ağır gelir çim kokan diz kapaklarına. Eğilir kutsallığın önünde. Yalvarır. Saklamak artık bileklerinde ki jilet izlerini. Neyi varsa, af diler.

''Ne olur! Bir şey söyle. Tek bir kelimen yeter. Ne yaptıysam affet. Ne olur geri dön. Kırk yıl hatrın kaldı bende.. Ne olur..''

Duyar Tanrı. Ama tanır insanı. Affederse yine aynısının olacağını. Çünkü Ademoğlu unutkandır. Yüzsüzdür. Geceleri yakmayı düşlediği, avmlerde çalışır. Karısını rüyalarında aldatırken yarım kalan işini, kahvaltı sonrasında bitirmeye çalışır.
Hiçbir cevap yok. Kaç ay geçti? Hatırlamıyorum. Yalnızım hala. Havalar ısındı. Kar yağıyordu en son o köşeden ayrıldığımız da. Gözlerine son baktığım saniye. Zihnimde. Kalbimde. Bir kar tanesi girmişti aramıza. Siyah saçlarının ucunda ki sarılıklar, uzun ceketi, gözleri. Ve utangaç gülüşü. Son saniye. Havalar ısındı. Ama erimedi aramızdaki kar tanesi. Aksine kar dağı oldu. Bakamaz, göremez hale geldim eski yunan heykellerine bakar gibi baktığım güzelliğini. Delemiyorum o dağı. Ferhat değilim. Ben sadece yorgun bir adamım. Düşmüş, tekmelenmiş, kalkmaya çalıştığında itilmiş. Üstü başı çamur içinde kalmış bir çingene ruhuyum ben.

Beşinci ve son evre. Çaresiz unutkanlık.

''Sigara paketimi nereye koymuştum?''
''Olur kanka içeriz, dertleşiriz.''
''Haftaya Dikili'ye geliyorum. Ayarlasana bir şeyler''
''Bugün Votka perşembesi. Nasıl satmazsınız?''
''Yatağın arkasında bira şişeleri var. Git sat onları. Çerez falan al''
''Kanka ölüyor gibiyim geceleri. Dayanamıyorum. Ama neye bilmiyorum.''
''Aynıyım be hacı. Yavaş yavaş ölüyorum herkes gibi.''
''Bu onun fotoğrafı. Ne güzel gülüyor değil mi? Elimde bir tek bu var. Arada bakıp gülümsüyorum.''
''Yapacak bir şey yoktu ki. Unutmaktan başka.''
''Bir bardak daha alacağım ben.''

15 Mart 2015 Pazar

Kafa dağıtmaca falan filanı


Son birkaç gündür ne yaptığımı bilmiyorum. Hayır, paylaşmayacağım bu yazıyı. Dolapta bira var. Kalk. Al. Aç. İç. Zor geliyor. Dudaklarım kurudu. Kalbim atıyor mu? Uzaktayım. Evden, bildiğim sokaklardan uzakta. Kaybolabileceğim sokakların ortasında bir evde, buzdolabının yerini bile bilmiyorum. Ama bir bira var orada. Tadını bildiğim. Kumsalda içtiğim. Parmaklarının koktuğu. Şarapta var. Az ama. Doluca. Seversin sen. Rakı bile var. Yüzlük. Benim sevdiğim. Seni anarken. Sensizliği. Bol bol anarken. Anıra anıra Ahmet Kaya söylediğimiz zamanlarda sever.

Sigara var masanın üstünde. Seni unutmak için siktiğim kadınların aşk dolu cümlelerini dinlerken yaktığım.

 Gözlerimi kapatıyorum. Kafam. İçinde kaplumbağa terbiyecisinin tablosu var. Ojelerinin kokusunu alıyorum. Bordo. Aranıyorsun. Telefonun çalıyor. Birkaç saniyelik bekleyişten sonra elin gidiyor. Bakıyorsun. Sessize alıp atıyorsun bir köşeye. Ne oldu? İstediğin kişi değil mi? Yoksa zamanında istediğini sanıp yine yanıldığın kişi mi? Gizli pişmanlık, kararsızlık getirir. Utanç getirir. En kötüsü ne biliyor musun? Suçluluk duygusu getirir.

 Sessizce açıyorum pencereyi. Kaçacakmış, atlayacakmış, uçup gidecekmiş gibi bir anda. Tıpkı onun gibi. Ama usulca bir sigara yakıp gökyüzünü izliyorum. Biraz gri, biraz soğuk, biraz kuşkucu Ankara bu gece. Şüphelerine, pişmanlıklarına ve kararsızlığına rağmen sokuluyor gündüzün koynuna usulca. Tıpkı senin gibi.

---------------------------------------------------

 Dönmüyor. Uyuyamıyorum. İki gündür. Önce dönmesi lazım. Uyuyabilmem için. Başımın. Başka bir şeyin değil. Rakı da bitti. Sabah tekeller açılır. Dört lira, yirmi dinar, on iki dolar ve altı eurom var. Ve bir de ne olduğunu bilmediğim bir para birimi. Üstünde senin resmin var. Tekila verirler mi? Votka da olur. Kolonya kalmamış evde. Dönmesi lazım. Bir şeylerin. Onun, senin, başımın. En kolayı başım. Dı. Artık o bile dönmüyor.

--------------------------------------------------

''Oğlum bak yalnız bir şey diyicem''. Gülmeye başlar, parmağı hava da. Bir an dalar gider. Geceleri tavanda gördüğü gözlere. Hafızasında kalan ses dalgalarıyla savaşır, boğulmaktan kurtulur. Bağırsaklarından kelebekler fışkırır. Kalbi zifir pompalar damarlarına. Bir jilet gibi keser, adı ''Alışmak'' olan o lanet. Kalbi zifirden B rh+ dolandırmaya başlar. Kelebekler dudaklarından geri kaçar içerilere doğru. Ses dalgaları diner. Yavaşça gözlerini kapatır, tavandan kalma ikinci el gözlere. Unutulmuş hissedenler havuzunun dibinden bir anda fırlar mermi gibi yukarı. Parmağını indirir. Son kelebek kaçar içeri.

'' Ben çok sarhoşum mınakoyım ya! '' Gülmeye başlar. Bağıra bağıra. Gözlerinden yaş gelene kadar. Ondan başkası bilmez. Midesinde ki kelebeklerin ağladığını. Ses dalgalarının kumsal çizgisini aşıp, Dayanamıyorum Artık şehrini sular altında bıraktığını.

-----------------------------------------------------

Teşekkür ederim.