''Neden peki bu yok olmalar evlat? Sevdiğinle konuşuyor, sabahları kahvaltını yapıyorsun. Gecelerin uyuyarak, gündüzlerin salınarak geçiyor. Neden bu mutsuzluk evlat?''
---------------------------------------------------------------
Polly uyandı. Gördüğü rüyanın hala etkisinde, elini yatağına koyup, doğruldu. İki büklüm bir şekilde halıyı izledi önce uzun uzun. Kendini bekledi biraz. Gelince, polly kalktı. Banyoya ilerledi yalpalayarak. Kapıyı açtı. Kapıyı kapadı. Küvetin tıpasını kapadı, musluğu açtı. Sakince pijamalarını çıkarmaya başladı. Gözleri sızlıyor, çenesi kenetlenmişti. Dudaklarındaki çatlaklar canını yakıyordu. Soyunduktan sonra aynaya baktı. Güzel gözlerine. Şehrindeki bir çok erkeğin arzuladığı bedenine. Bir çocuk bir keresinde suratındaki çillere şiir yazmıştı. Polly hatırladı. Gülümsedi. Suyun mermere çarpma sesi devam ediyordu. Biraz daha vakit geçirdi aynanın karşısında. İnceledi kendini. Ne kadar da gerçekti her şey. Tüm makyajların, kelimelerin ardında. Annesinden bu yaşta doğmuş gibiydi. Dayanamadı. Bir daha gülümsedi. Utandı bir anda, kendini çıplak görmekten. İnsan kemiğinin tahtaya vurma sesi duyuldu kapıdan. Tok ve sinirli bir ses.
''Dolu''
''Hadi Polly, çok oyalanma. Benimde acelem var!''
''Çıkacağım birazdan baba, bekle beş dakika.''
''Sen onu benim patronuma anlat. Bekleyemem, hızlı ol biraz!''
Ayaklarını küvete soktu, titredi tüm bedeni. Su, çocukken kafasını koyup ağladığı anneannesinin mezar taşı kadar soğuktu. Hatırladı Polly. Onun bedeni suya yaklaştıkça, boğazına bir düğüm yaklaştı. O mermere oturdu, düğüm onun boğazına. Gözyaşları taşırdı küveti. Susturulmaya çalışılmış hıçkırıklar çarptı banyonun duvarlarına. Polly gözlerini araladı. Babasının traş bıçağı orada duruyordu. Polly aldı.
Kırmızıya çalındı bir anda küvet. Uzandı yavaşça Polly'nin bedeni küvette. Saçları yüzdü suda önce, sonra güzel yüzü kaybolmaya başladı. Baloncuklar gözlerinde patlıyordu. Azalmaya başladı. Son baloncuk çıktığında, Polly'nin çilleri görülmez oldu. Güzel gözleri de öyle. Bir tek dizleri. Bisikletten düştüğü günlerin o tatlı yaraları. Saçlarının rengini alan su, yavaş ve usul usul küvetten akıyordu. Kapıdan bir tok ses daha geldi.
''Polly?''
Anahtar dolduruverdi kilidin boşluklarını, kapı açıldı. Derin bir nefes sesi çarptı banyonun duvarlarına. Geri dönmedi. Adam ütüsü hala bozulmamış gömleğinin kol düğmelerini açtı, sıvadı yukarı doğru. Söylendi biraz.
''Hep çok geç saatte yatıyorsun, telefonun ışığı bir türlü kapanmıyor. Kaç kere söyleyeceğim sana o telefonu bırakacaksın diye. Faturayı sen ödemiyorsun zaten.''
Bir eliyle bisiklet yaralarını, diğer eliyle Polly'nin boynunu yakaladı. Söyleniyordu hala. Polly duymazdan gelemiyordu. Gitmişti çünkü. Gidenler gelemezdi bir daha. Kucağına aldı. Kapıya doğru ilerledi. Polly'i yatağına bıraktı.
''Sakın geç kalma okula''
Ütüsü bozulmamış kan lekeli gömleğinin düğmelerini açtı yavaşça. Pantolonunu çıkardı. Polly'nin pıhtılaşan kanını temizledi jiletten. Traş olmaya başladı. Birkaç hamlede aldı sabah sakalını. Jileti aldığı yere geri bıraktı. Parmak uçlarını soktu suya. Su ılıktı. Polly'nin kanı ve annesinin mezarı arasında gidip geliyordu. Yavaşça oturdu mermere. Kaygandı su, paslı demir kokuyordu. Biraz koyuydu. Parmaklarını hareket ettirdi içeride. Gülümsedi. Suyun altındaki bedenine dokundu ve de. Kaygandı. Dayanamadı. Tekrar gülümsedi. Kafasını bir anda salladı. Gülümsemesini sildi suratından. Elini küvetten dışarı uzatıp, şampuanı tuttu. Hızlandı biraz.
Acelesi vardı. Bugünde geç gelirse, işten atılabilirdi. Para durumları zaten iyi değildi. Herkes işsizken, bu olasılığı göze alamazdı.