26 Haziran 2016 Pazar

Çok uzun bir hikayenin ortası


-Peki bu iz? Bu hangi hikayeye ait?

Dedi ve gülümsedi, elinde yarıya gelmiş birasını sallıyor ve gülümsüyordu. Hoş bir akşamın geceye bağlandığı saatlerdi. Kafalar hafiften çakırkeyf olsa da gözler hala dinçti.
Gülümsedi adam, uzun parmaklarını yarasında dolandırdı. Bunu anlatmasam dedi, sanırım daha iyi. Bazı şeyler geçmişte kaldıkça daha güzel. Tıpkı ölü insanların mezarlara ait olduğu gibi aslında. Yolun ortasında onlarca cesetin arasında gezersen, rahatsız olursun, kaldıramaz, çöker ağlarsın. Geceleri bunu gördüğün için uyuyamaz, yemek yiyemezsin. Ne zaman başka bir şey düşünmeye çalışsan aklına gelir, durduk yere bulandırır mideni, kokusunu hatırladıkça başına ağrılar girer. Ama mezarlıkta, gezinirken onca gömülü cesetin arasında, bir huzur gelir içine. O sessizlik ve ulu ağaçların verdiği oksijenden değildir tabiki de bu. Her şeyin orada ait olduğu yerde olmasındandır. Sen üstünde, onlar altında toprağın. Mezarlığa gittikten sonra unutursun her şeyi. Çünkü sadece bilirsin o cesetlerin orada bir yerde olduğunu, çıplak gözlerle görmezsin. Anılar da böyledir. Eğer konuşursan görürsün her defasında. Ne kadar çok kişiye anlatırsan, o kadar kaplar içindeki sokakları cesetler. Seni de çekmeye çalışırlar o toprağın altına, o aslında aylar, seneler önce bıraktığın geçmişe. Gelecekten umudu olmayan insanlar kapılır gider de bu geçmiş seline. Her gece düşlerini yaşadıkları süsler, boğazını söylenmiş sözler düğümler.

-Devam ediyor musunuz?
Garson, biraların bittiğini görüp, hemen atılıvermişti masaya doğru. Elindeki boş biraları sallıyor, görevini yerine getiriyordu. Adam kızamadı sözünün kesilmesine. Sonuçta o genç, sakalları henüz çıkmaya başlamış çocuk için ne anlamı vardı bu sözlerin? O daha yaşayacaktı, inanabilmek, hak vermek için bu konuşulanlara. Tabi ki de tel tel gözyaşı olarak kusmayacaktı tüm iç organlarını sırf bir hödüğün lafına hak verebilmek için. Ama hak verdiği zaman, iyi ki de yaşamışım be diyebilmek için yaşayacaktı her birini. Neyse, hikayemize devam edelim. Adam eli havada kalmış olarak durdu, kadının gözlerine baktı. Başını hafifçe öne eğerek garsonun sorusunu bu işaretle tekrar sordu. Kadın evet, ediyoruz dedi. Garson boş şişeleri alıp gitti, ve adamımız konuşmasına devam etti.

O yüzden sadece yaşandığını bilmek, yetiyor bazen. Ve yaşanmışlık hissinin verdiği huzuru kabullenebilmek. Tıpkı bir gün bizimde bu bastığımız toprağın altına uğurlanacağımızı kabullenmek gibi. Bir gün bizde birileri için asla anılmayacak birer anıdan ibaret kalacağız. Belki unuttukları, belki hatırlamak istemedikleri. Ve bu böyle dönüp gidecek hayat devam ettikçe.

-Neden peki? Bu kısır döngü.

Adam düzeltti oturuşunu, kendini geriye doğru ittirip dikleşti. Paketinden bir sigara çıkartıp, yaktı.

İkimizde, hayatımızda oldukça fazla insana kaptırdık gönlümüzü. Birden çok isme, sevgi dolu sıfatlar koyduk, yüzleri,gözleri mutlu etti bizi. Bağlandık, koptuk, iğrendik, aşık olduk. Hatırladıkça bir kadeh daha kaldırdık. Bazen hatırladığımıza lanet ettik. O kadar çok insan oldu ki, duygularımız yetmedi yeri geldiğinde. O kadar çok insan ki, kendimizi tanıtma kısmını atlayıvermek istedik. Kendi hikayemizi bir başkasına anlatmak, o sözleri, o cümleleri farklı yüzlere söylemek bir anlam vermemeye başladı. Taa ki, o biri çıkana kadar. Hep oldu o biri. Belki de binlerce kez kurduğumuz cümleleri tekrar kurduran o biri.

Biralar geldi, buzlu arjantin bardaklarda. Kül tablası değiştirildi. Adam etrafta başka biri olduğunda konuşmasını hemen kesiveriyordu. Konuşma esnasında göz temasına, el hareketlerine oldukça fazla yer veriyordu. Sanki cümleleri hazırmış, bir kitabı okuyormuş gibi hiç ara vermeden anlatıyordu bu düşüncevari hikayeyi. Garson tekrar gitti, adam bu sefer devam etmedi.

-Donup kaldın bir an, bir şey mi oldu?

Pardon kendi kendime konuşuyordum. Kendimle epey bir yakın sayılırım. Neyse ne diyorduk, ah o binlerce kez kurduğumuz cümleler...

-----------------------------------------------------------------------------
-Çok şey istemiyoruz aslında.
--Ben hiç istemedim zaten, onlar istediler.
-Biz hep onlarla olduk, onlarla olmamalıydık belki de.
--Tecelli değil, kader. Maruz kalmak değil, seçmekti bize yakışan.
-Peki bu bir seçim değil miydi?
--...
-Peki kelimesi bana çok masum ve şefkat dolu geliyor. Sanki bazen ona sarılıp uyusam, her şey geçecekmiş gibi.
--Peki..
------------------------------------------------------------------------

Seneyi tam çıkartamıyorum şu anda ama.. Sigarasından bir duman çekti, yutkundu. O zamanlar en deli çağımızı yaşıyoruz. Deri ceketler, bira ve kadınlar. Her gün bir kaldırım taşına daha yazıyoruz adımızı. Nirvana dinliyoruz, yaşlı insanlara kötü sözcükler kullanıyoruz, kimse bizi farketmiyor diye ağlıyoruz yeri gelince de. Sertiz anladın mı? Kafamızca. Bir duman daha çekti sigaradan, biraz öksürdü. Bu ciğerler hep o vakitlerde çürüdü. Neyse, biz onunla bu vakitlerde tanıştık. Odada grunge ve ot kokusu buram buram. Yalanım varsa nimete kör bakayım, bir metre ötedeki sandalyeyi doğru düzgün göremiyorum, nasıl olduysa onu gördüm. Ne kullandıysa artık kevaşe gözleri far görmüş tavşanın ki gibiydi. Açmış sonuna kadar bakıyordu etrafına. Boynuna da sülük gibi bir herif yapışmış, kızı itmeye çalışıyordu kollarıyla koltuğa. Önümde şişe falan var, etrafımda bizim çocuklar. Kadirlerin evindeyiz, annesi babası tatilde, mobilyalar falan gıcır. Çocuk göt korkusuna üstüne yorgan sermiş, yakarız, birşey dökeriz diye. Ben bu manzarayı gördüm, parmak uçlarımı hissedemiyorum, ama o kızı, tıpkı sisin içinden görmem gibi, cız diye hissediverdim içimde. Bana bakıyordu ama beni görüyor muydu emin değildim. Böyle biz birkaç dakika bakıştık. Herkes tabi ben tribe girdim sanıyor, takılıyorlar. Anasını avradını, gözlerimi ayıramadım. Çok sinirlendim, hem ona, hem yanındaki herife. Bir tokat patlatasım geldi ikisine birden ama tuttum kendimi. Derken kız yeter ulan az çekil dedi elemana bir tokat koydu, eleman koltuktan düştü, kimse farketmedi tabi. Eleman tam eline bir şarap şişesi aldı, noluyor lan diye kalkıp, aklınca kıza vuracak. Bir atlamışım ortadaki masanın üstünden, adam yerden daha kalkmadan bitiverdim orada. Bir yumruk çocuğa, elimin tersiyle bir tokatta kıza. Ne arıyorsun lan sen burada diye bağırdım. Yok diye bağırdı bana, yok amınakoyım, hiçbir şey hissedemiyorum dedi. Bu yüzden burdayım. Dilinde, kaşında piercingler, uçarı saç rengi, morarmış kolları, siyah ojeleri. Ulan çıkmadı aklımdan hala. Neyse, bir tokat koydu bana ben onun makyajı akmış gözlerine bakarken, kendimi elemanın yanında buldum. Hepiniz aynısınız, hepinizden iğreniyorum diye bağırarak çıktı odadan. Ben kendime geldiğimde, çıkıyordu henüz daha doğrusu. Açtım gözlerimi, kalktım ayağa, geçerken çocuğun suratına bir tekme çıkardım, o tekrardan düştü. Kalkamamıştır o gece bir daha. Tabi benim umrumda mı, koşturdum kızın peşinden, mutfağa kaçmış. tam dedim tutayım kolundan, bir bıçak savurdu arkasına dönerken. Eğer o tokatı atmasaydı, biraz ayılmasaydım, şu an çenemin altındaki iz olmayacaktı. Hemen kafayı çektim geri, bıçağın ucu biraz kanlandı. Elimle tuttum çenemi. Baktım o kan benim kanım. Napıyorsun lan sen dedim. Siktir git, çekil, sokarım bu bıçağı sana dedi. Gözümü bile kırpmam. Korktum lan. O gün, harbiden korktum. Onca adam bıçak çekmişti bana, hiçbirinin gözlerinde bu nefret yoktu. Bu kadar sağlam nedenleri yoktu. Bu kızdaki kadar. Ben sadece tanışmak istiyorum, seni buradan çıkarıp, bir yerlere götürüp, hikayelerini dinlemek dedim. Ne hikayesi lan diye bağırdı suratıma bıçağı bana doğru tutarken, hepiniz aynı tepkileri veriyor, aynı şekilde beni yatağa atmaya çalışırcasına etkilendiğinizi söylüyorsunuz. Hiçbirinizin umrunda değil. Seni de biliyorum, kim olduğunu, neler yaptığını kadınlara. Alçak herifin tekisin, kullanıp, bir şeyler yaşayıp bununla övünürcesine anlatıyorsun. Kan emen iğrenç bir sivrisinekten ibaretsin. Akbabasın lan, kadınların kalbi kırıldığı anda çıkıveriyorsun ortaya. Bu keşlerden, aşklarını çay kaşığında kaynatan aşağılık bir herifsin. Dön arkanı, ve bir daha asla ama asla karşıma çıkma, bana bu geceyi hatırlatma. Diyemedim lan bir şey, harbiden döndüm arkamı. Çıktım. Ne bir laf, ne ikna etmek için bir şey. Çünkü haklıydı. Kelimesine kelimesine haklıydı. Çıktım dışarı evden. Sadece evden değil, o hayattan. Öyle biri olmaktan çıktım. Evime girdim, kafamı önce duvara, sonra üç numaraya vurdum. Duşa girdim. Arındırdım kendimi. Öyle sandım, sandığım için oldu da. Üç ay boyunca. Üç ay çıkmadım evden. Çıldırdım, delirdim. Bir nefes için, bir şırınga için, bir daha o kadının gözlerine bakabilmek için. Tüm arkadaşlarımı kaybettim, neyim varsa, kim beni nasıl tanıyorsa, önce nefret etti, midesi bulandı sonra unuttu. Bir yıl, dört ay sonra, kafelerden birine denize karşı biramı yudumlarken aheste aheste. O gözleri gördüm. Apaçık. Ne bir sis, ne de boynuna yapışmış bir adam. Elinde bir tepsi, etrafa gülücükler saçıyor. Saçlarını siyaha boyamış, piercingleri çıkarmış, dövmelerini sildirmiş. Hayatımda ilk defa mutlu oldum lan. Hiçbir uyuşturucunun, uçucu kaçıcı maddenin vermediği mutluluğu kalbimde hissettim. Saklandım masanın altına, kıs kıs gülüyordum. Bir nisan şakası için öğretmeninden saklanan üçüncü sınıf öğrencisiydim artık. Neyse o gitti, bende kalktım gittim mekandan. Hiç bilmediği, hiç görmediği biriydim, ama onundum ben. Hayatım onundu. Ve ona bunu borçluydum. Onun için, ondan vazgeçebilirdim. Hayalini kurduğum kadından. Hayalini hiç kurmadığım bir hayat için. Vardı ya bir çocuk mark mıydı neydi, Tanrı görmeyecekse iyilik yapmanın ne anlamı var derdi. Bu anlamı vardı işte, masanın altına saklanıp, kıs kıs gülmek bile yeterdi. Tanrının görmesine gerek yoktu. Hatta kimsenin görmesine gerek yoktu. İçinden gelmesi yetiyordu işte, ne kadar bazen parçalasa da içini.

-------------------------------------------------------------------------

                                                                                                                      Mira'ya.
                                                                                                                                   Sonsuzluğa.

                                                                                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder