''Koş lan koş!''
Nefesim iki eline almış birer jilet, faça ata ata çıkıyor ciğerlerimden. Ayak tabanlarımda hissettiğim ıslaklığın patlamış nasırlarımdan akmış kan olduğunu varsayıyorum. Kaç saattir kaçıyoruz hatırlamıyorum bile. Ardıma dönüp bakamıyorum, bir sola sapıyoruz, bir sağa. Bahçe duvarlarından atlayıp, apartman boşluklarından geçiyoruz. O, uzun siyah saçlarıyla önümden koşuyor.
You are a scar deep in my heart,
Even after thousand years,
One word from you,
Will be enough to kill me from blood loss.
----------------------------------------------------------------
Bugün kendime ikibinbeşyüzseksenaltı kilometre uzaktım. Biraz önce sordum kendime, acaba kitlemiş miydim kendi kapılarımı ayrılmadan önce, kalbimin altını ya açık unuttuysam, ruhumun fişini çekmiş miydim?
----------------------------------------------------------------
Daha fazla yapamıyorum, bacaklarım devam etmiyor. Dur diye bağırdım, dur atlattık galiba. Yavaşladı biraz, bana dönüp baktı sağ omzunun üzerinden, ben çoktan yıkılmıştım yere. Ne kadar hızlıysan, o kadar sert düşersin denir. Ben inanmazdım. Derdim ki, eğer elinden geldiği kadar hızlı koşarsan, düştüğünde en azından dersin ki, ben elimden geleni yaptım. Olmadı. Artık kaçtığım her neyse, yüzleşmek zorundayım. Ve o zorunluluk huzur verir biliyor musunuz? Siz hiç, ölü birisinin suratına baktınız mı? Hepsinin gözlerinde anlamsız bir huzur vardır. Kabullenmedir bu. Zorunda kalmadıkça kim kabullenir ki ölüm kadar korkunç bir şeyi? Tabi, mıcırlı yolda sürüklenmiş ve kan revan içindeki dizlerim aynı şeyi söylemiyordu.
''Neyi atlattık oğlum?''
Sahi, ne koşturuyordu bizi?
--------------------------------------------------------------
Bugün kendime binsekizyüzyirmidört saat geç kaldım. Biraz önce sordum kendime, acaba geç değil de erken miydi? Hani hatırlar mısınız eve o kadar geç kalmışsınızdır ki, birazdan ailenizin ferdi uyanacak ve işe gidecektir, o yüzden aslında eve girmek için daha erkendir.
---------------------------------------------------------------
Arkama baktım, oturduğum yerden. Bir elim diz kapağımın üzerinde, kanamayı durduruyor, diğer elimle ise güç bela dengede duruyordum. Karanlık sokağın ucu bucağı yoktu. Parlayan gümüşten bir ışık bile yoktu sonunda. Dönüp O'na baktım, uzun siyah saçlarının altından karanlıkta belli olmayan siyah bir el havlusu çekiverdi, alnındaki teri sildi, bana döndü. Gözlerindeki bakışı hatırlıyordum. İkinci sınıfta otuz dakika boyunca 3'ü 2'ye bölemediğimde öğretmenimin bütün sınıfı dışarı çıkartmadan önce bana attığı bakıştı. Bir tokat. Enseme. Dene diye bağırmıştı öğretmenim. Yapamamıştım. Ardından bir tane daha. Ağlamaya, yapamıyorum demeye başlamıştım. Ardından bir tokat daha gelmişti. Sinirlenmiştim. Yine yapamamıştım ama. Vicdana geldi olacak ki vurmayı bırakmıştı. O, vurmadı. Havluyu üzerime attı. Vicdana gelmiş gibi değil de üçü ikiye bölemediğim günün akşamı aynaya battığım bakışın aynısıydı bu da. Vazgeçmiş gibi benden.
''Ben gidiyorum ne halin varsa gör''
---------------------------------------------------------------
Bugün kendime altı doğu, on altı kuzey meridyeni çaldım felekten. Döndüm durdum odamın etrafında. Kapı eşiğindeki prizin yanında daha hızlı akşam olurken, balkon çevresinde saat hep sabah altı suları. Gün gelecek bütün odamı keşfedeceğim, gardırobumun içindeki canavarlardan, tavanımdaki yıldızlara, yatağımın sağ fraksiyonlarından, ona sarılıp kendimle konuştuğum ana kadar.
------------------------------------------------------------------
Biraz ani oldu gidişi. Bu bir takım canımı sıktı, hızlıydı. Koşar gibi, kaçar gibi uzaklaştı yanımdan bir anda. Ben tabi yerdeyim o sıra. Sonra, aslında bizi hiçbir şey kovalamıyorken bu kadar yorulmak vardı. O da bir takım sıktı canımı. Tabi, yanan tabanlarım ve kanayan diz kapaklarımda cabası. İnsan soruyor kendine ara ara, neydi şimdi bu diye ama galiba bu hayatta bazı şeylerin cevabını aramamak gerekiyor. Pekala demek gerekiyor. Pekala'ya sarılıp uyunulması gerekiyor belki de. Neyse, kalktım ben hafifçe. Doğruldum yerimden. Bacağımın kanaması çoktan durmuştu aslında, ayakkabılarımın kauçuğu biraz zarar görmüştü o kadar. Baktım şimdi O, dümdüz koştuğumuz yere doğru devam etti, bende geri döndüm koşarak geldiğimiz yoldan ellerim cebimde. Koşum boyunca beni düşürme çalışan ufak tefek taşları tekmeleye tekmeleye kaybolmaya yüz tuttum karanlıkta.
--------------------------------------------------------------------
Kardoğlar.
Ben geldim.
Bişi söyliyip gidicem.
Zor zamanlar için artık yanında ben varım Tolga dedikten sonra ortadan kaybolan her insan için köşeye bir lira atsaydım;
Sizinle burda ayık ayık bu sikik sohbeti yapıyor olmazdım.
------------------------------------------------------------------