27 Haziran 2013 Perşembe

Insomnia



Soğuk bir kasım akşamı. Hayır, ayaz var. Çok soğuk. Ve gündüz. Güneş doğmaya üşeniyor. Sokakta evinin yolunu unutan sarhoşlar, iyi yolun ne olduğunu unutan fahişeler. Gecenin son sigaraları yanıyor, yahut gündüzün ilk. Büyük bir senfoni var. Dinliyorum. Gözlerim kapalı, geceyi dinliyorum. Uykusuzluğumu dinliyorum. Parmaklarım oynuyor istemsizce, ritim tutuyorum. Uzun, sarı saçlı transexüelin sigarasını yakışı, hala seksenlerden kurtulamamış üç punktan en iri olanının sarhoş adama attığı yumruğu, baykuşların sesini. Boş şarap şişelerinden yansıyan güneş ışıkları anlatıyor, güneşin doğduğunu. Kimse bakmıyor güneşe doğru belki, yada kimse farketmiyor ama gece insanlarının iç güdüleri kuvvetlidir. Bilirler. Güneşin nerde olduğunu bilmeksizin tahmin eder onlar gündüzün geldiğini. Bir fahişe, sekiz yaşında ki bir çocuğun okula hangi saatte gideceğini bilmez, fakat asla karşısına çıkmaz. Sakalları birbirine karışmış sarhoş, punktan yediği yumruk nedeniyle hiçbir şey hatırlamasa bile, gidip bir bankta uyuması gerektiğini bilir. Son sigara hep gecenin sonuna saklanır. Gecenin sonunda herkesin yakacağı bir sigarası vardı. Büyük göğüslerin arasındaki paketlerde, kulak arkasında. Ve hep biri vardır. Geceyi izleyen. Bir uykusuz hep vardır. Orkestra şefi gibidir. Parmakları durmaz. İzler, dinler, sever, aşık olur. İnsanlık o saatte rüyalar görürken, o gerçekleri görür. İnsanlık kabuslarından şikayet ederken, o yaşlı sarhoşu döven punka küfür eder. İnsanlık hayallerinde, konuşmaya bile cesaret edemediği kadınlarla sevişirken, o pencerenin altından geçen fahişeye para teklif eder. Tanrının melekleri o saatte uyur, ve yerini şeytanlara bırakır. Öldürülen insan, sevişen çift, işlenilen suç, yakılan kilise ve Tanrı'ya edilen küfür sayısı geceleri hep daha fazladır.

---------------------------------------------

Uykusuzum.
Yaklaşık bir milyon gündür. Hayır 5 gündür.
Hiç uyumuyorum. Uyuyamıyorum.
Duvarı izliyorum. Boş, karanlık ve korkutucu duvarı.
Saatlerce bekliyorum. Uykum gelmiyor.
Fakat duvar
Duvar canlanıyor.
Renkli gözler beliriyor duvarda.
Senin gözlerin.
Kırmızıya çalan bir dudak.
Senin dudakların.
Bakıyor bana.
Tıpkı seni ilk gördüğüm günkü gibi.
Gülümsüyor.
Tıpkı seni ilk öptüğüm günkü gibi.
Aşık oluyorum sana.
Aşık oluyorum uykusuzluğuma.
Her gece
İzliyorum seni boş, karanlık ve korkutucu duvarda.
Gizlice sigara yakıyorum sonra.
Beliriyorsun.
Aydınlanıyor oda.
Gözlerim açık rüya görüyorum.
Seni görüyorum.
Elimde ki sigara parmaklarımı yakana kadar,
Aşık oluyorum sana.
Aşık oluyorum uykusuzluğuma.

23 Haziran 2013 Pazar

Aylak Kadın


 Sokağın başındayım. Burası sokağın sonu da olabilir. Yolun başı da olabilir. Elimde son tütünleri de yanmak üzere olan bir sigara var. Göğe bakıyorum, başım dönüyor. Yıldızları izliyorum. Hepsini, hepsini yutmak istiyorum. Tüm yıldızları yemek. Güzeller. Çok güzel duruyorlar oldukları yerde. Fakat hayat bana tek birşey öğrettiyse de, güzel olan hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor. Kalabilirdi. Yanımda kalabilirdi. Güzeldi. Çok güzel bir kadındı. Yanımda kalmalıydı. Olmadı. Belki de olduramadı. Acaba beni mi, yoksa benimle yaşamayı mı sevmemişti? Kime aşık olmuştu acaba, bana mı kurgularıma mı? Aşık olmuş muydu peki? Bilmiyorum. Sokağın başındayım. Gecenin sonunda son kalan sigaramıda yere atıyorum. Basmıyorum üstüne bu sefer, ardımda bıraktığım izmarit geceyi biraz olsun aydınlatmasını istiyorum. Uyuyamıyorum zaten kaç gündür. Yanlış anlaşılmasın uykusuz hissetmiyorum ya da başım ağrımıyor. Fakat, biliyorum çok garip ama, ait değilmişim gibi hissediyorum. Çevreme, dünyaya, odama, gözlerime, anlamsız bakan yüzüme, ince ve uzun parmaklarıma. Kilo veriyorum, çok hızlı. Sol gözüm acıyor nedense. Hakim olamıyorum bazen kendime. Neden terk etmiş olabilir ki? Belki korkmuştur. Belki sona gitmekten, sonu görmekten korkmuştur.

 Yazılarımın, şiirlerimin, hayallerimin baş kahramanı o aylak kadın; tüm bunları onun için yazdığımı söyledikten sonra siktir olup gitti. Söylemeseydim, yazılarıma, kurgularıma, yalanlarıma değil bana aşık olsaydı belki gitmezdi. Belki de şartlar uygun değildi değil mi? Belki.. Hani sayıyoruz ya sürekli, doğru zaman, doğru yer, doğru.. Hatırlamıyorum, ama belki de o doğru şeyler yoktu. Belki.. Belki de ben doğru adam değildim. Hayatta bundan ibaret değil midir zaten? Şartlar var deriz, her suçu o şartlara atarız. Sormayız hiç. Yere, zamana, kişiye suç atarız hep. İçimizde ki şeytanı görmeyiz. Ona dokunmayız. Onun hakkında konuşmayız. Doğru olup olmayan şey, şartlar değil insanın içinde ki şeytandır. O yoksa, o şeytan yoksa, geceler sabahlanamayacak kadar uzun, kadınlar aşık olunamayacak kadar anlamsız, ve şaraplar içilemeyecek kadar acıdır.

--------------------

 Buradan, bana tüm bunları yazdıran Aylak Kadın'ıma teşekkür ederim. Kaldırımlardan taşan kalabalıkta, dört duvarla çevrili odanda, iki kulaklığın arasında, yahut sokağın başında beni beklediğini biliyorum.

Ve söz veriyorum, seni bulacağım.

12 Haziran 2013 Çarşamba

Aylak Adam


 Bittiği yerde başlayan iki insan. Ne demekti bittiği yerde başlamak? Sıfır noktasından tekrar yükselmek miydi? Ölümden dönmek yahut başarısız geçen intihar denemelerinden sonra gözlerini açmak mıydı? İçinde boğulmaya çalıştığı suyu içip bitirmek miydi yoksa okyanusun dibinde bayılıp, kumsalda ayılmak mıydı? Belki de hiçbiri değildi bitiş çizgisinde başlangıç vuruşu yapmak.

 İki insan. Farklı dünyalarda, farklı rüyalarda. Farklı bedenlerde, farklı bedenlere aşık iki insan. Henüz birbirini tanımayan, hayatın zirvesinde, yaşamın şarabını kadeh kadeh içen, ne zaman o şarabı işeyeceğini umursamayan iki ruh. Zıtlığın dışında olan bir farklılık içindeler. Aynı gibiler, bir o kadar da farklılar. Kadın ve adam. Birbirlerini arıyor aslında ikisi de. Kendilerini bulmaktan bıktıkları aynalarında, el izlerinin artık silinemediği bira bardaklarında.

 Onlar ki bulacak kendilerini, o zaman ulaşacaklar gerçek mutluluğa. Fakat birbirlerini buldukları zaman mutluluğa ihtiyaçları kalmayacak. Onlar ihtiyacı oldukları her duyguyu yıllanmış kalplerinde ve sarhoş gözlerinde bulacaklar. Onlar önce bitecek, tükenecek. Daha sonra başlamak dahi istemeyecekler. Çünkü onların birlikte olduğu bir son, her zaman ayrı oldukları başlangıçlardan iyi olacak. İşte o vakitten sonra kadının gözleri değil, elleri adamın parmakları sayesinde dolacak. Hayatın şarabı değil, birbirlerine söyledikleri sarhoş edecek onları. Bir daha asla son yaşamayacaklar, çünkü onlar sondan sonra yaşıyor olacaklar. Biten hiçbir şeyin tekrar başlamadığı, kısır döngünün bittiği yerde. Bir bardaklarının hiç boşalmadığı, kül tablalarının hiç dolmadığı, sol iç cepte duran tek sigaranın asla sönmediği yer.

------------------------

 Yazı yazıyorum. Bazen. Ne çok ne de az. Yazacak pek kimsemde kalmadı zaten.

Yalnızım. Oturduğum evin soğuk duvarlarına çıplak tenle yaslanıp düşünüyorum. Parmak uçlarımda duran sigaranın külleri parmaklarımı yakmaya başlayana kadar. Durmuyorum.

Keşke düşüncelerimde sigaralarım kadar çabuk sönse.

 Düşünüyorum. Ne çok ne de az. Çevremde ki insanlar çok boş geliyor. Beklentilerle dolu kalpleri, 3 boyutlu bir piramit gibi gösterip pazarlamaya çalıştıkları ruhlarıyla.

Sarı bir duvar düşünün. O duvarda asılı bir resim. O resim kaldırıldığında duvarın eski beyazlığı görünür tüm o sarılıkta. İşte o kadar farklı hissediyorum kendimi.

Uzun zamandır aynaya bakmıyorum.
 

 Kendimi yalnız başıma görmekten bıktım tüm aynalarda. Yalnızlığımı, neden yalnız kaldığımı, her şeyi yüzüme vuruyor ayna. Kendime söyleyemediklerimi sol gözümün kısıklığı, köprücük kemiklerimin çıkıntıları, kollarımda ki yara izleri söylüyor bana.

Keşke çevremdekiler de şu an yanımda duran kül tablam kadar dolu olsa.

 Özlediğim bir sevgilim, yahut eski sevgilim bile yok.

Birkaç gün önce, dünde olabilir, bir turistten aldığım bir dolara tütün sarıp içtim. On dolarda olabilir. Ne fark eder. Bugünlerde paradan daha önemli tek şey inanç.

 Kitap okuyamıyorum. Sürekli eski yahut hala yazılmamış kitaplarda aklım

Bir kitap okumuştum. Bir adamı anlatıyor. Hiçbir şey hakkında, hiçbir şey bilmeyen bir adam. Kendini tanımaya üşenen biri. Umutsuz bir adam. Sürekli aynı şarkıyı dinliyor, aynı sokaklarda yürüyor, oturuyor. Hep aynı yalnızlığın soğuk duvarına sırtını veriyor. Hep birini arıyor. Sürekli. Hiç durmuyor. Ondan bahsediyor kendine. Sanki tek bildiği oymuş edasında. Ruh eşini olabilir. Bir fahişede olabilir. Pek hatırlamıyorum. Sonra pes ediyor. Ansızın sokağın ortasına çöküyor ve bekliyor. Bulunmayı, birileri tarafından fark edilmeyi bekliyor. Aynı şarkı çalmaya devam ediyor. Bu bir kitap olmayabilir. Fakat çok tanıdık.

 Neyse

Saatlerdir kafamda dolanan bir şarkı, bir türlü aklıma gelmiyor sözleri. O şarkı şu an çalıyor da olabilir. Pek dikkat etmiyorum. Günlerdir çalıyordur belki de.

 Dışarı çıkmalıyım. Aramam gereken biri var.

Ruh eşim var. Bulmam gereken. Bir fahişe de olabilir. Bilmiyorum.

---------------------------
Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kim zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi , pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur, ” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!
—Aylak Adam/Yusuf Atılgan