Bittiği yerde başlayan iki insan. Ne demekti bittiği yerde başlamak? Sıfır noktasından tekrar yükselmek miydi? Ölümden dönmek yahut başarısız geçen intihar denemelerinden sonra gözlerini açmak mıydı? İçinde boğulmaya çalıştığı suyu içip bitirmek miydi yoksa okyanusun dibinde bayılıp, kumsalda ayılmak mıydı? Belki de hiçbiri değildi bitiş çizgisinde başlangıç vuruşu yapmak.
İki insan. Farklı dünyalarda, farklı rüyalarda. Farklı bedenlerde, farklı bedenlere aşık iki insan. Henüz birbirini tanımayan, hayatın zirvesinde, yaşamın şarabını kadeh kadeh içen, ne zaman o şarabı işeyeceğini umursamayan iki ruh. Zıtlığın dışında olan bir farklılık içindeler. Aynı gibiler, bir o kadar da farklılar. Kadın ve adam. Birbirlerini arıyor aslında ikisi de. Kendilerini bulmaktan bıktıkları aynalarında, el izlerinin artık silinemediği bira bardaklarında.
Onlar ki bulacak kendilerini, o zaman ulaşacaklar gerçek mutluluğa. Fakat birbirlerini buldukları zaman mutluluğa ihtiyaçları kalmayacak. Onlar ihtiyacı oldukları her duyguyu yıllanmış kalplerinde ve sarhoş gözlerinde bulacaklar. Onlar önce bitecek, tükenecek. Daha sonra başlamak dahi istemeyecekler. Çünkü onların birlikte olduğu bir son, her zaman ayrı oldukları başlangıçlardan iyi olacak. İşte o vakitten sonra kadının gözleri değil, elleri adamın parmakları sayesinde dolacak. Hayatın şarabı değil, birbirlerine söyledikleri sarhoş edecek onları. Bir daha asla son yaşamayacaklar, çünkü onlar sondan sonra yaşıyor olacaklar. Biten hiçbir şeyin tekrar başlamadığı, kısır döngünün bittiği yerde. Bir bardaklarının hiç boşalmadığı, kül tablalarının hiç dolmadığı, sol iç cepte duran tek sigaranın asla sönmediği yer.
------------------------
Yazı yazıyorum.
Bazen. Ne çok ne de az. Yazacak pek kimsemde kalmadı zaten.
Yalnızım. Oturduğum evin soğuk duvarlarına çıplak tenle yaslanıp düşünüyorum. Parmak uçlarımda duran sigaranın külleri parmaklarımı yakmaya başlayana kadar. Durmuyorum.
Keşke düşüncelerimde sigaralarım kadar çabuk sönse.
Düşünüyorum. Ne çok ne de az. Çevremde ki insanlar çok boş geliyor. Beklentilerle dolu kalpleri, 3 boyutlu bir piramit gibi gösterip pazarlamaya çalıştıkları ruhlarıyla.
Sarı bir duvar düşünün. O duvarda asılı bir resim. O resim kaldırıldığında duvarın eski beyazlığı görünür tüm o sarılıkta. İşte o kadar farklı hissediyorum kendimi.
Uzun zamandır aynaya bakmıyorum.
Yalnızım. Oturduğum evin soğuk duvarlarına çıplak tenle yaslanıp düşünüyorum. Parmak uçlarımda duran sigaranın külleri parmaklarımı yakmaya başlayana kadar. Durmuyorum.
Keşke düşüncelerimde sigaralarım kadar çabuk sönse.
Düşünüyorum. Ne çok ne de az. Çevremde ki insanlar çok boş geliyor. Beklentilerle dolu kalpleri, 3 boyutlu bir piramit gibi gösterip pazarlamaya çalıştıkları ruhlarıyla.
Sarı bir duvar düşünün. O duvarda asılı bir resim. O resim kaldırıldığında duvarın eski beyazlığı görünür tüm o sarılıkta. İşte o kadar farklı hissediyorum kendimi.
Uzun zamandır aynaya bakmıyorum.
Kendimi yalnız başıma görmekten bıktım tüm aynalarda. Yalnızlığımı, neden yalnız kaldığımı, her şeyi yüzüme vuruyor ayna. Kendime söyleyemediklerimi sol gözümün kısıklığı, köprücük kemiklerimin çıkıntıları, kollarımda ki yara izleri söylüyor bana.
Keşke çevremdekiler de şu an yanımda duran kül tablam kadar dolu olsa.
Özlediğim bir sevgilim, yahut eski sevgilim bile yok.
Birkaç gün önce, dünde olabilir, bir turistten aldığım bir dolara tütün sarıp içtim. On dolarda olabilir. Ne fark eder. Bugünlerde paradan daha önemli tek şey inanç.
Kitap okuyamıyorum. Sürekli eski yahut hala yazılmamış kitaplarda aklım
Bir kitap okumuştum. Bir adamı anlatıyor. Hiçbir şey hakkında, hiçbir şey bilmeyen bir adam. Kendini tanımaya üşenen biri. Umutsuz bir adam. Sürekli aynı şarkıyı dinliyor, aynı sokaklarda yürüyor, oturuyor. Hep aynı yalnızlığın soğuk duvarına sırtını veriyor. Hep birini arıyor. Sürekli. Hiç durmuyor. Ondan bahsediyor kendine. Sanki tek bildiği oymuş edasında. Ruh eşini olabilir. Bir fahişede olabilir. Pek hatırlamıyorum. Sonra pes ediyor. Ansızın sokağın ortasına çöküyor ve bekliyor. Bulunmayı, birileri tarafından fark edilmeyi bekliyor. Aynı şarkı çalmaya devam ediyor. Bu bir kitap olmayabilir. Fakat çok tanıdık.
Neyse
Saatlerdir kafamda dolanan bir şarkı, bir türlü aklıma gelmiyor sözleri. O şarkı şu an çalıyor da olabilir. Pek dikkat etmiyorum. Günlerdir çalıyordur belki de.
Dışarı çıkmalıyım. Aramam gereken biri var.
Ruh eşim var. Bulmam gereken. Bir fahişe de olabilir. Bilmiyorum.
---------------------------
Keşke çevremdekiler de şu an yanımda duran kül tablam kadar dolu olsa.
Özlediğim bir sevgilim, yahut eski sevgilim bile yok.
Birkaç gün önce, dünde olabilir, bir turistten aldığım bir dolara tütün sarıp içtim. On dolarda olabilir. Ne fark eder. Bugünlerde paradan daha önemli tek şey inanç.
Kitap okuyamıyorum. Sürekli eski yahut hala yazılmamış kitaplarda aklım
Bir kitap okumuştum. Bir adamı anlatıyor. Hiçbir şey hakkında, hiçbir şey bilmeyen bir adam. Kendini tanımaya üşenen biri. Umutsuz bir adam. Sürekli aynı şarkıyı dinliyor, aynı sokaklarda yürüyor, oturuyor. Hep aynı yalnızlığın soğuk duvarına sırtını veriyor. Hep birini arıyor. Sürekli. Hiç durmuyor. Ondan bahsediyor kendine. Sanki tek bildiği oymuş edasında. Ruh eşini olabilir. Bir fahişede olabilir. Pek hatırlamıyorum. Sonra pes ediyor. Ansızın sokağın ortasına çöküyor ve bekliyor. Bulunmayı, birileri tarafından fark edilmeyi bekliyor. Aynı şarkı çalmaya devam ediyor. Bu bir kitap olmayabilir. Fakat çok tanıdık.
Neyse
Saatlerdir kafamda dolanan bir şarkı, bir türlü aklıma gelmiyor sözleri. O şarkı şu an çalıyor da olabilir. Pek dikkat etmiyorum. Günlerdir çalıyordur belki de.
Dışarı çıkmalıyım. Aramam gereken biri var.
Ruh eşim var. Bulmam gereken. Bir fahişe de olabilir. Bilmiyorum.
---------------------------
“ | Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kim zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi , pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur, ” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın! | „ |
—Aylak Adam/Yusuf Atılgan
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder