Bir park. Soğuk sokak lambalarının aydınlattığı, sarhoş insanlar. Dilenciler, evi olmayanlar, evi olupta gidemeyenler, gitmek istemeyenler. Kısaca sokaktakiler. Gecenin uzun, soğuk, tehlikeli zamanında dışarıda avuçlarını birbirine sürterek ateşi tekrar icat etmeye çalışanlar. Mızıka çalan yaşlı bir adam. Sakallları anlatıyor kaç senedir dışarıda yaşadığını. Surat kırışıklıkları ise neden dışarıda yaşadığını. Kesik eldivenleri, çatlamış dudakları, soğuk mızıkanın deliklerinden çıkan eşsiz ses hayat katıyor ölü yapraklar parkına. Ölü yapraklar parkı ise bekliyor, henüz gelmemiş misafirlerini ağırlamayı bekliyor.
Gecenin ilk misafirleri geliyor. Erkek ve kadın. Sarmaş dolaş. Ağızlarından gelen bira kokusu, parmaklarında ki sigaranın dumanına karışıp göğe ulaşıyor. Kadın adamın omuzlarına sarılmış, kahkahalarla adım atıyor. Adam ise biraz daha ciddi. Gülümsüyor sadece, etrafa bakınıyor. Belli ki o yeni buralarda. Bilmiyor ölü yapraklar parkını. Ama kadın oranın yerlisi. Kim bilir kaçıncı sevgilisi buraya geldiği. Hepsine bu parkla ilgili farklı bir hikaye anlatıyor belkide. Anneannesinin kalp krizi geçirip öldüğü park, ilk sigarasını içtiği park, kimisine tecavüz etmeye çalıştıklarını ellerinden zor kaçtığını bile anlatıyor. Kadın deniyor herşeyi, ölü yapraklar parkı ise dinliyor hepsini. Adam kadının beline sarılmış, çekiştiriyor. Hadi diyor gidelim. Gece bu saatte parklar pek güvenilir değil. Kadın daha da kahkaha atıyor, sen bana güven diyor dişlerinin arasından. Adam kızıyor. İyice çekiyor. Bir anda sessiz ve durgun havada rüzgar esiyor, yapraklar havalanmaya başlıyor. Park kadını koruyor. Çünkü o biliyor bir tek kadının gerçek hikayesini. Tüm yalanların arkasında saklanan gerçeği. Kadının daha ufacık bir çocukken, babasıyla buraya geldiğini, oyunlar oynadığını biliyor. O ufacık çocuğun babasının, bu parkta öldüğünü biliyor. Park koruyor kadını, tıpkı babası gibi. Adam iyice korkmaya başlıyor. Parkın içinden çıkıp asfalta yürüyor kadını çekiştirerek. Kadın bir anda asfalta diz çöküyor. Ağlamaya başlıyor. Adam taksi çağırıyor, artık neredeyse duymak bile istemiyor kadını, umursamıyor. Taksi tam önlerinde duruyor. Ölü yapraklar parkının taksicileri herşeyi gördüğü için aldırış etmiyor pek ağlayan kadına. Sormuyor nedenini. Adam yavaşça kadının kolundan tutmak için hamle yapıyor. Kadın adama elinin tersiyle tokat atıyor. Ağlamayı bırakıp hızlıca ayağa kalkıyor. Taksiye biniyor ve kapıyı kapatıyor. Taksiciye parayı uzatıp hadi diyor, bas gaza. Adam geride kalıyor. Tüm olanlara inanamayan, ve hala yediği tokadın etkisi süren adam koşuyor biraz, sonra yoruluyor. Diz çöküyor, kalkıyor. Yavaşça parka yürüyüp oturuyor. Park onu da kabul ediyor.
Gecenin ikinci misafiri çok alışıldık biri oluyor. Elinde şarap şişesi, ağzında sigarasıyla parka giren Afgan adında uzun boylu, sıska bir çocuk. Sanki tüm dünya kendisininmiş gibi ilerliyor. Mutlu, gülüyor, arada yere tükürüyor. Sokaklar onun, tüm şehir onun. Çünkü sokağın ve şehrin sahipleri şu an uyuyor. Nereye baksa başka bir anısı canlanıyor. Şu ağacın altında ilk defa bir kadını öptüğü, parkın tuvaletinde ilk kez bir kadınla seviştiği. Birazdan üstünden geçeceği köprünün altında ilk sigarasını içtiği. Düşünmüyor Afgan. Eve gidince ne yapacağını, tüm geceyi nasıl geçireceğini. Dinliyor, mızıka çalan adamı dinliyor. Oturuyor adamın karşısında duran banka. Şarabını oturmadan önce yaşlı adamın önüne koyuyor. '' Param yok, ama bunu paylaşabiliriz '' der misali bakıyor sadece. Yaşlı adam mızıkanın altında gülümsüyor.
En son ne zaman sevmişti birini? Ne zaman aşık olmuş, ne ara nefret etmişti? Hatırlamıyordu. Sigarayı nereden aldığını bile bilmiyordu. Umursamadı. En büyük yeteneğide buydu. Umursamazdı. Bir rüzgar esti tekrardan ölü yapraklar parkında. Afgan'ın saçları havalandı. Şarkıya eşlik etmeye başladı. Nefret ediyordu, hatırladı. Aşık olmuştu, hatırladı. İçi acıdı. Mızıkanın sesi daha da açtı tüm yaralarını. Bir sigara daha. Son bir şarkı daha dedi yaşlı adama. Yaşlı adam dudaklarını şarapla ıslattı. Ve devam etti. Genç adamı kırmadı, ölü yapraklar parkı sessizliğini korudu. Kız arkadaşı taksiyi kaçırdıktan sonra bankta bekleyen adamsa yaklaştı ve yaşlı adamın yanına çöktü. Şarabı aldı eline. Afgan bir sigara yuvalardı yerden adama doğru, daha sonra çakmağı.
Çok insan geldi o saatten sonra parka. Ama üç kişi durdu. Biri evi olmadığı için, diğeri eve gidemediği için, diğeri ise eve gitmek istemediği için kaldı parkta. Sabahın ilk ışıklarına kadar sürdü bu bekleyiş. İlk önce adam kalktı ayağa. İlk dolmuşa bindi. Hoşçakal bile demeden parka, ufukta kayboldu. Daha sonra yaşlı adam kalktı. Afgan kapalı gözlerinin arasında, yattığı bankta izledi adamın gidişini. Yaşlı adam önce yeni teazgah açmış simitçiye uğradı. Orada durdu. Simitçiye mızıkasını uzattı. Afgan'ın gözlerini daha fazla dayanmadı. Kapandı. Karnı açtı. En son ne zaman yemek yediğini hatırlamıyordu bile.
Sabahın ilk ışıkları Afgan'ın suratına vurduğunda, gözleri açıldı. Tam gözlerinin ucunda, burnunun bittiği yerde yarım simit duruyordu. Afgan önce şaşırdı, fakat tepki veremeyeceği kadar yorgundu. O yarım simit '' Param yok, ama bunu paylaşabiliriz '' der misali bakıyordu sadece. Yaşlı adam bankın karşı tarafında oturmuyordu. Ölü yapraklar parkı uykuya dalmıştı. Emekli olmuşlar, emekli olmuşlara birşeyler satmak için sıraya girenlerle doluydu park. Afgan duymadı, görmedi. Gülümsedi. Yaşlı adamın mızıkasını verip simit aldığını anladı. Ve yarısını onunla paylaştığını. Gülümserken bir damla gözyaşı düştü yere, Afgan'ın sol gözünden. Gözyaşı ölü bir yaprağın üstüne düştükten sonra çıkardığı sesi kimse duymadı. Hayat devam etti, Afgan elinde ki simiti bitirip evine doğru yürümeye başladı. Ölü yapraklar parkı ise geceyi beklemeye devam etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder