30 Haziran 2014 Pazartesi

Kelimelerin ardındaki ressam kadın


 En son nerede görüldüm onu bile hatırlamıyorum. Bazen ne düşündüğümü düşünüyorum. Bir iki üç.. Saniyeleri sayıyorum. Üç iki bir.. İyi ki varsın dediğimin insanların, hüzünlü bir gecede orta da duran bir paket sigara gibi azalmasını izliyorum. İnsandan küfre doğru evrim geçiriyorum. Kendimi hayatın yanlış yerine konulmuş bir virgül, birinci dereceden akrabalarına edilmiş bir küfür olarak görüyorum aynada. Gönüllü olduğum siyahtan vazgeçmek istiyorum, ama bu aralar kimse paylaşmıyor kırmızısını benimle. Birileri mavi getiriyor, kimisi sarı, yeşil.. Bana kırmızı lazım diyorum. Elim ayağım titriyor. Kıracağım kanatlarımı diye bağırıyorum, yolunu değiştiriyorlar. Suratıma bakmıyorlar bile.

 Katillerin en çok korktukları şey nedir bilir misin sevgili okuyucu? Maktullerinin suratlarını sokakta görmek. İşte bu yüzden bakmıyor hayat suratıma. Korkuyor. Göz göze gelmemeye çalışıyor benimle. Bağırıyorum ardından, telefonla konuşurmuş gibi yapıyor. Koşuyorum peşinden, köşeyi dönüyor. Tıpkı nü resimler gibi, hayal edebiliyorum ama dokunamıyorum. Nü resimler demişken, bir kadın gördüm geçenlerde. Teni kağıt gibiydi tıpkı. O pürüz, o hışırtı duyuluyordu teninden. Eski kitap kokusu vardı üstünde. Yazmak istedim bedenine. Saatlerce gezdirdim ellerimi üstünde. Tıpkı o nü resimler gibiydi. O kadar güzel, o kadar çıplak ve bir o kadar kağıttı. Seni kitap yapacağım dedim. Ben portre olmak istiyorum dedi. Ama ben şairim dedim şiirim ol dedim.. Dinlemedi. Ressam bulmaya gitti. Bağırmadım ama onun arkasından hayata bağırdığım gibi. İzledim sadece. Yaktım bir sigara. İzledim.

----------------------------------------------

 Bu gece elimde hiç papaz kalmadı be sevgili okuyucu. Paketimde bir tek var o da sigara değil. Güneş yine battı. Boş ver be okuyucu, üzülme. Bugünde olmadı. Ama belki bak yarın.. Yarın daha kötü olabilir. O yüzden boş ver be okuyucu. Gel yaşayalım bugünü. Dönelim gerekirse o paketin içindekini. Ve dünyada kalmış son şarkıymış gibi dinleyelim bu şarkıyı. Bir şarap var dolapta. Aç onu getir, karanlığa banalım. Ne zamanki yıldızlar sönmeye başlar, o zaman bırakırız. Aman ha, sakın yarım bırakmayasın acılarını. Ona da muhtaç olanlar vardır belki...
 Olmadı mı sanki senin be okuyucu. Acı çekmek istiyorum dediğin. Ruhunun kemirilmesinden çok parçalanmasını istediğin. Hani içinde ki o orospu duygu çıksın istersin, yırtıp ciğerlerinde ne varsa. ULAN dersin.. Susarsın sonra.
 Kelime dağının ötesine geçtin mi sen hiç okuyucu? Nasıldır bilir misin? Bir kadın vardır orada. Hep resim yapar. Etrafına hiçbir şey olmamış gibi gülümser. Ama bir o kadar da ağlar resimleri. Keman çalar sürekli kelimelerin bittiği yerde. Çello ve piyanoda eşlik eder. Tüm otlar kafa yapar orada. Tüm kumsallar huzur verir, tüm sessizlikler düşündürür. Orada konuşmana gerek olmaz okuyucu. Aklından ne geçiyorsa susar, dinler sessizliği. Fırça sesini, piyano sesini.. Hepsi aşık olur o kelimelerin ardında saklanan ressam kadına. Hain ruj rengi kırmızısıyla değil, gülümsemesinin parıltısıyla boyar o. Senin kalbinin atışı, ritmi verir onun fırçasına.
 Sakın ha okuyucu. Sakın kalmak isteyesin orada. Ne Tanrı, ne hayat bilir oraları. Görmezler seni, duymazlar sesini.. Çok çekici geldi be okuyucu. Hadi bırak şarabı, yak sen çayın altını. getiriyorum ben sana o kadını...

18 Haziran 2014 Çarşamba

Formidable


  Bence sen gel..
 
  Çay içeriz. Şanslıysak belki yağmurda yağar. İzlerim seni damlaların ardından. Şiirler okurum o damlalara.
  Gülüşünü izlerim. Gökyüzü kokan saçların dağıldıkça bende gülerim. Falıma bakarsın çay bardağından. Hayatıma bakarsın.
  Buruk bir tebessüm kaplar sonra güzel suratını. Bir yanda o seni üzen geçmişim ve senin olacağım geleceğimle yağmurun altında öpersin beni. Çatlaklarına gömersin.
  Ama ben korkarım. Rüyasında kendi mezarını görmüş insanlar kadar korkarım.
  Belki bir çingene gelir. Gül uzatır bana. Alırım tüm kanat kırıklıklarımla. Sana uzatırım.Taptaze gülümsemen ve elmadan yanaklarınla, alırsın elimden. Dikeni batar, kanatır elini. Ama sen yine de teşekkür edersin mahçup bir halde.
  Ve ben kahrolurum belki ne bilirsin, dünya da ki tüm gülleri kapına yığamamaktan. Ya da annen gibi öpüpte geçirememekten.. Dalar giderim her zaman ki gibi.
  Karamsarlığıma, yağmur bulutlarıma..
  Ama sen yine gün ışığını sızdırırsın kalbime, zihnimin dehlizlerine... Çıkartırsın beni o tuvaletten.
 
  Beni başka biri gibi hissettirirsin belki! İyi biri.. O sevdiğin biri.. Sevdiğin ben..
  Benden çok uzak bir adam olduğunu düşündüğüm adam gibi. Hani iyi kalpli dediğin, şefkatli dediğin adam gibi. Kıskanıyorum evet. Sevdiğin beni kıskanıyorum. Sürekli söylediğin '' Sen çok güzel bir adamsın '' cümlesinin nesnesini, öznesini kıskanıyorum!
  Senin olduğun şehri de kıskanıyorum. Bir anlasalar ne kadar şanslı oranın insanları.. Yaptığın kekleri, içtiğin çayı.. Duyduğun, okuduğun ve kurduğun her cümleyi kıskanıyorum!
  Okuduğun şiirin yazarını bile kıskanıyorum. Ben olmalıydım o diyorum kendi kendime. Beni beğenmeliydi onun yerine. Dinlediğin şarkının solisti ben olmalıydım.. Hayatın her bir parçasında ben olmalıydım diyorum belkide.. Bencil diyebilirsin bana..Ama senin dünyan benim yörüngemde dönsün istiyorum.
 
  Sen benim hayatımın zaferisin.
         Benim yakarışlarımın cevabı...
  Sen benim hayatsızlığımın aşkısın.
         Benim yılkılığımın sonu...
 
  Bence sen gel..
   

16 Haziran 2014 Pazartesi

İsa'nın Kadınları - Sayfa 127


Dört gün... Dört bin yıl kadar uzun dört gün. Dışarı çıkmadım. Telefonlara cevap vermedim. Bir şeyler oluyordu zihnimde. Devrim vardı sanırım kalbimde.

Beşinci gün Bayan I. çıkıp geldi. Hiç değişmeyen suratı ve içimde uyandırdığı o ikinci yeni hissiyle. Beni ona çeken bir şeyler vardı. Bu sonbahardan daha güzel, ya da bulutlardan daha hoş kokması değildi. Tıpkı kalbimde devrim yapan o şey gibi.. O şey gibiydi işte.. Bayan I. gibiydi. Benden nefret eden kadınlar gibi.

Oturduk. Çektik perdelerimizi. Sevişmedik hiç. Sadece dudaklarımız hareket etti. Bir şeyler anlatmak ve içmek için. Elini uzattı bana. Bekledim.. Uzatamadım elimi. '' Sana dokununca, kirletilmiş ve tutsak alınmış bir toprağa dokunur gibi oluyorum. Bedenin ıssız ve kaygan. Terk edilmişsin, çaresizsin; ama yinede elini uzatmıyorsun kimseye, kimseden yardım istemiyorsun. İçine, benliğine kolay kolay girilmez artık senin. Kapıların kapalı. Biri muhtaç olsa, barınacak yer bulamaz sende. ''

'' Cemil Ersöz!'' dedim gülümseyerek... Burukça gülümseyerek. Acı gerçekle karşılaşmanın verdiği burukluk ve eski bir dost gülümsemesi arasında gidip geldim. Sigarasından bir nefes aldı. O an gömülmek istedim işte. Ulan o dudaklarında ki çatlaklara gömülmek istedim. Mezarım orası olmalıydı!

''Sen hediye etmiştin. Beni terk etmeden bir gün önce..'' dedi.. Hatırladım her şeyi. Kısa metraj film tadında ki geçmişimizi. Hortladım o mezardan. Kalktım. Doğruldum. Düştüm geri. İlk aşkıydım. İlk seviştiği adamdım. Konserde ki ilk öpücüğü ve ilk orgazmıydım. Buydu zihnimde olan şey. Unutuyordum. Yavaş yavaş. Önce annemi, sonra diğer aşklarımı.

İntikam soğuksa, seks ara sıcaktı. Her kadın intikamını alırdı bir gün. Erkek zaferler kazanmak, fethetmek, sikmek için gelmişti dünyaya, öldürmek ve nara atmak için. Fakat kadın öyle değildi. O intikam için yaşardı. İhtiras için. Arzu ve duygu için. Duygularından arınmış bir kadın var olamazdı. Ama o vardı. Ve gözlerime bakıp düştüğüm duruma bakıyordu sigara içerken. O hadım etmişti sanırım bütün duygularını. İntikam gününü bekliyordu. Sadece benden değil, kişisel değil. Onun mevzusu evrenseldi. Bir bilseydi Tanrının erkek olduğunu, ondanda nefret ederdi belki!

14 Haziran 2014 Cumartesi

Benim paketimden içmek günah!

 Oğuz Atay'ın iç organdan binalarını görüyorum son günlerde. Hani o geçimsizce geçirdiğimiz günler var ya, bize geçiren günler gibi olmayan günler. Hem o günlerden birinde, çingene bir kızla yattım. Yatmadan önce bir kaç hikaye anlattı. Tabi önceden sigaralar(sigara içmek öldürür!) yakıldı falan neyse. Babası ölmüş.. E ne biliyim diyemedim bir şey. Seks öncesi ölü insanlardan bahsetmek genelde yaptığım bir şey değildi. Kızıl saçlı(''Anarşist saç tonu''nu yakalamış olmasına rağmen zihni hala pembenin tonlarında gezen) bir kız bana her insanda bir yaşama iç güdüsü vardır dedi. Sanırım anne rahminde unuttuğum şeylerden biri de o. Ya zaman çok hızlı geçiyor, Dorothy. Zaman cidden çok hızlı geçiyor. Dün gece hissettim.. Çimlerin, evet o seviştiğimiz çimlerin üstünde yalnız başıma uzanırken. Dudaklarım çatlamıştı yalnızlıktan. Ya da havanın soğukluğundan. Hatırlamıyorum. İç organlarım gıdıklanıyordu. Hani her gece bana yatmadan önce okuduğun hikaye kitabında ki prens vardı ya, küçük prens*. O geldi yanıma. Evet Dorothy. Anlatmaya çalıştı insanlığın aptallıklarını, büyüklerin nasıl içlerinde ki çocuğu boğduklarını. Dinledim. Evet Dorothy, sonra küfür ettim. Kovdum yanımdan. Kalbimle midem arasında bir sızı var biliyor musun? Bazen, çok alakasız olduğum zamanlarda bile bir anda geliveriyor ve dağıtıyor tüm mutluluğumu. Huzurumu kaçırıveriyor. Aşığım sandım başta. Hayır Dorothy, sana değil, o kıza. Hani o işte. Evet! Ama değilmiş. Alakası yokmuş. Depresyondaymışım.

-------------------------------------

 Hiç pas tutmayan o gözlerin!
Ben burada bir sancı taciriyle ticaret yaparken, mavi dehlizin ortasından bana gülümseyen, sigaradan sararmış gül rengi dişlerin.
Kedi köpekten sırdaşların, 70'lik saldırışların, 18'lik kalp atışın.
Kabuktan bulutların, kafein yağmurların, çıtırdayan yaprakların ve üzerinden hiç çıkmayan ramazan sabahı kokun.

----------------------------------------------------------------------------------------------

Yazarın notu; Uzun zamandır bloga yazı girememekle birlikte düşünce hayatımı da aksatmış durumdayım. Bir yandan kaçık bir kitap yazmanın verdiği sarsıntı ve bu senenin üstümde bıraktığı onlarca cevapsız sancıyla elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Hayatlarımızın geceleri kurduğumuz hayaller kadar güzel ve şehvetli olmasını dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ve unutmayın ki; Ars longa, vita brevis, occasio preaeceps, exprementum periculosum, iudicium difficile!

8 Haziran 2014 Pazar

Üç güzel adam


Yaz yağmuru sonrası. O güzel çimen kokuları. Anne rahmi kadar yalnız ve bir o kadar da soğuk sokakta üç güzel adam. Çimen kokusu, taze ekmek çıtırdaması, bira kafası hatta grunge kadar güzel üç adam. Gökyüzünde ki tebeşirden yıldızların altında yürüyorlar.

 Bir takım elbise, üç ekmek, bir paket sigara ve bitmek üzere olan bir çakmakla..

 Çimenden gözleriyle boyuyor hayatın anlamsız boşluğunu ilk güzel adam. Bir şişeye koyup sorular fırlatıyor evrene.. Belki babacan Tanrı bulur cevaplar diye. İnsafsızdan çok insansız kalbi ve sarımtırak saçlarıyla varlığını, varlıksızlığını, duygularla yazılmış bir şarkının sözlerini, kayan yıldızları düşünüyor. Sorguluyor. Cevapsız neyi varsa cevap alamayacağını bildiği halde soruyor..

 Bir takım elbise ve bir ekmekle..

'' Bir kan oluveriyor ki, bir kıyamet, bir çalgı
  Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene!''. Aklından bir türlü atamadığı şiiri tekrarlıyor ikinci güzel adam. Çirkinlerin güzeli, iyilerin kötüsü olan adam. Gözlerinde ki kalemle bir şiir yazıyor gökyüzüne. Belki o hanidir aradığı kadını bulur okur diye. Adına şiir yazılmamış kadınlar alır, dokunur, sevişir diye. Ama kimse almıyor şiirini. Çıkartıveriyor bir anda tüm kederlerini. Çırılçıplak bir kalple yatıyor öylece tahtadan bankın üstünde. Bekliyor biri dokunur ona diye. Şiirlerine değil belki ama o tırnaklaşmış tenine... Tek dokunan ağzında ki tiryaki sigaradan düşen kül oluveriyor. Yakıyor canını, etinden daha çok hemde. Küfrediyor güzel adam, onca kalabalık varken bu bedbah kadersizliğe tüm çirkinliğiyle. Böyle biri olmak canını çok yakıyor.. Hemde çok yakıyor.. Süleyman efendinin nasrından bile.

Bir paket sigara ve bir ekmekle..

Üçüncü güzel adamsa sadece bakıyor.. Yıldızlara.. Ne bir pişmanlık ne de bir kederle. Bakıyor hiçten bir hiçlikle hiçliğe. Gözlerinde ki kasveti, yüreğinde ki sızıyı öyle bir korkutmuş ki çıkamıyor hiçbiri dışarı. Yetim dehlizlerinde kalan yarım elma düşüncelerse dudaklarına ulaşamayacak kadar yaşlanmış. İzlediği filmler kadar tozlu olan sessizliği küfretmiyor diğer adamlar gibi. O da susuyor. Belki de asla ulaşamayacağını düşündüğü için sadece bakmakla yetiniyor yıldızlara. Belki de kendini, gerçek benliğini görüyor gökyüzünün lacivertliğinde. O yüzden mahçup bir çocuk gibi susuyor. Soramıyor ''sen kimsin?'' diye kendine. Alacağı cevaptan korkuyor belki de!

Bitmek üzere olan bir çakmak ve bir ekmekle..

'' Our little group,
       has always been
           and always will
                  until the end '' - Kurt Donald Cobain.