30 Ekim 2014 Perşembe

Mutlu mesut falan filanı


Acı bir gülümseme senden bana kalan.

Yine mi başladı lan bu cümlemsi yazılar?

Kumsal gibi adamımdır ben. Deniz gibi kadındın lan sende. O kadar yakındık birbirimize, Ama ne ben gelebiliyordum sana, ne de sen dalgalarınla yıkadın beni. Bir tek o çizgimiz vardı. Hani insanların ayak izlerini bıraktığı. Sevişirdik seninle her medcezirde.

Çay ocağı kuruldu üstümüze şimdilerde..

Çay mı ocağı?

Varoluş acısı çeken, Tezer Özlü okuyan, Tom Waits dinleyen kızlarımız vardı kızıl kızıl. Ne oldu onlara yahu? Sarhoş olunca bir ayrı kokarlardı! Gereksiz münakaşalara girer, gereksiz insanlarla gülüp eğlenir, yasak tanımaz, olmaz der asla olmaz der yine yapar, bir türlü uslanmaz. Ne oldu harbiden onlara?

Güncelleme gelmiş galiba. Bu sıralar ressam, şiirbaz, aşık kadınlar dolu etrafta! Isınamadım gitti lan bi onlara..

Boş muhabbet yapmayı kes Tolga, boğuyorsun beni!

Geçen gece çıktım sokağa. Bir baktım uyuyor Eskişehir. Yoğun sis falan filan. Şaşırdım. Bir paket boyunca şaşırdım. Yok lan Eskişehir'in uyumasına değil. Kendi hayatıma. Hayata. Bir güldüm şöyle. Ama görsen, kaçak sigara gibiydi. Öyle acı, öyle çaresiz, öyle yasak..

Ben bir ilişkim olsun istemiyorum.

Döneceğim adam sensin, Tolga.

Tolga.

Tolga.

Hay Tolga kadar başınıza taş düşsün.

Zaman dursa. Çıksam şu kapıdan. Gelsem apartmanının önüne. Geçsem duvardan. Çıksam odana. İzlesem seni. Böyle bir kaç ömür boyu. Ya ben bunları yaparım yapmasına, kolay iş durdurmak zamanı, geçmek duvarları. Sen istemiyorsun işte, orada kopuyor benim kayışlar.

Yedi anahtar gerekiyordu senin kalbini açmaya. Bilirsin sen o yedi anahtarı. Yedinci bölümde ki yedi anahtar. İşte ben onların hepsini buldum. Sen niye istemedin ki yine de? Ben ne yapayım şimdi onları?

Terbiyesizleşme!

Sevmek korkusu var sandım. Sevmemek korkusu var sandım. Ulan çok şey sandım. Sanargezer oldum çıktım. Yanılgezer kaldım ya şimdi.

Ya bir saniye sen şu an nasıl beni düşünmeden sabahlarsın? Hani Tolga var, bıraktığın gittiğin falan filan. Acaba seni mi düşünüyordur, nasıl acı çekiyordur? Hiç mi yok? Hiç mi...

Makarna, Tavuk Tantuni.

Cumartesi. 14.

Boktan sinema filmleri, geceleri bomboş yürüyüşler ve plakası her yirmialtı olan arabanın önüne atlamacalar. (Fren sistemi yok onlarda)

Rüyalarımda görüyorum seni. Çoğu zaman geç kalıyorum üniversiteye. Olsun be. Yakında biter o rüyalar. Bitiyor çünkü biliyorum. Biliyorum ama inanmıyorum. Tıpkı Tanrı dedikleri enerjinin varlığı gibi. Biliyorum ama inanmıyorum. Çünkü zamanında çok inandım tanrıtanımazlığa ve sana. Ha denizleri ikiye ayırmışlar, ha sen asla dönmemek için gitmişsin. Ne fayda.

Çoğu şarkıyı dinleyemiyor, telefonu elime alamıyorum. Hamster almıştım ya, onu bile sevemiyorum lan seninle bir hamster muhabbetimiz oldu diye. Senin yüzünden sevgisiz büyüyecek hayvan.

Senin yüzünden sevgisiz öleceğim.

Ölü çocuklar büyümez Kaptan!

İzmarit mezarlığımda tüm hayallerimiz. Öldürdüğün çocukların, fırlattığın yüzüğün ve o güzel gelecek. Hepsi çürüyor şimdi. Ben mi ne yapıyorum? Yalnız kalmasınlar diye bir izmarit daha gömüyorum her seferinde. Bir damla daha şarap döküyorum çenemden oraya.

Neyse yeter bu kadar. Doldun gene içime. Hiç kanaması yaşıyorum.

İS TE Mİ YO RUM

                                                             hassiktir lan...

26 Ekim 2014 Pazar

Olimbera Vol4


 Kırmızıdan nefret ederdim. Senin adın kırmızıydı. Siyahlarımla geldim sana. Çıkarmadan giremedim evine. Kapı önünde duruyor şimdi, üstüne basarak giydiğim siyahlarım.. Değer vermediğimden değil. Ben böyle alışmışım çocukluktan. Ya çalınırsa siyahlarım? Ya alınırsa benden tüm karanlıklarım? Hani korkmazdım ben? Hani nefret ederdim kırmızıdan? Ulan ne çok soru soruyorum!

 Sen seversin çalmayı. Maviden deniz sesini, yeşilden çimen kokusunu. Sen bilmezsin. Benim siyahımdan sana yar olmaz. Neyini alacaksın. Siyahtan Tolga'nın acılarını mı? Korkularını mı? Kabuslarını mı? Yas tutuyorum ben. Acı çeken milyonlara yas. Kaldırabilir misin?

---------------------------------------------

İsa'nın Kadınları bitti.

---------------------------------------------

Gözlerime baktı. Seni seviyorum diyordu gözleri. Benim düşüncem uzaktı belki bakışlarından. Ama öyle bir baktı ki yaklaştım. İki gözünün arasında ki boşluğa sığdı kelimelerim. İki gözüne aynı anda bakmamı engelleyen boşluğa. Tuttum elinden. Hadi dedim Hadi gidiyoruz! Yükseldik. Çıktık bulutlara. ''Bak'' dedim ''dünya bu!''

 ''Ben her gece izliyorum buradan dünyayı. Şu sokakta tacizciden kaçan kızları, uyuşturucu içen gençleri, öpüşen çiftleri. Görüyorsun değil mi?'' Parmağımla bir adamı gösterdim. 35 40 yaşlarında kötü giyinimli, dilenci tipli bir adamdı. Apartmana doğru yürüyordu. ''İyi izle şimdi. Her gece 3 de buraya gelir..'' Adam üstünde ki pis şeyleri çıkartıp sokağa attı. Pantolonunu çıkardı. Siyah poşetin içinden siyah takım elbisesini çıkarıp, giydi. Saçlarını, sakallarını taradı. '' Görüyorsun değil mi?'' Arabasına binip gitti. Işıklarda yanına camlarını silmek için dilenci çocuklar geldi. Hepsine küfür edip, üstlerine sürmeye çalıştı. Bir kadını döven adamı gösterdim bir tarafta, çocuğunu evden atan babayı. Tenha sokakta hala devam eden cinsel ilişkiyi. Travestinin bıçak çektiği gençleri. Her şeyi gösterdim. ''Ne kadar acınası değil mi? Mahvolmuş hayatlar, mahvolduklarını bile bile mahvolmaya devam eden yaşamlar. Kendime geliyorum dünyaya baktıkça. Benden daha acınası halde insanlar var diyorum. En kötü olmadığımı anlıyorum.''


Baktı bana uzun uzun. ''Hayat işte'' dedi, ''Takma kafaya''. Bulutların üstüne uzandı sonra da ''Ne kadar uzak hala yıldızlar.. Ve ne kadar çoklar!!'' diye bağırdı kollarını açarak...

 Kıstım gözlerimi. Şaşırdım, bu kadar hızlı dünyaya sırt dönmesine. Aşağıya baktım. Onca sene geldim buraya. İzledim. Gördüm acıları, kazıkları, kabusları, sevgileri, yarına bırakılmış yalan aşkları, sahte öpüşlerden gerçek tecavüzleri. Nasıl? Nasıl ''Hayat işte'' denir ki?. Sonra yukarı baktım... Gökyüzüne. Gülümsedi bana ay. Ne kadar zaman oldu bakmayalı gökyüzüne? Ne kadar zaman oldu hayal kurmayalı yıldızların altında. O kadar çok.. O kadar uzak.. Hiçbir zaman benim olamayacaklarmış gibi.. Aynı zamanda hep bana aitmiş hissi.. Eğdim kafamı son kez. Baktım dünyaya. Gülümsedim. Dudak kenarlarımda ki derinliğe dolmak için gözümden bir yaş damladı. ''Hayat be'' dedim. Titriyordu sesim. Uzandım bende bulutlara. Tuttum elini. İstediğimi gördüm yıldızlarda. Güldük tüm gece. Hayal kurduk, eski sevgililerimize, eski dostlarımıza, memleketimizden anılara benzettik yıldızları. O konuştu. Ben daldım gittim uzak dünyalara. Dinledim onu

------------------------------------------------

Ölülerin atıldığı denizi gösterdim. ''Söyle'' dedim.

''Söyle! Suyun kaldırma kuvvetine yenik düşen cesetlerden biri olmaktan bıktım. Sen okyanusların en karanlık dehlizinde parlayan inci. Bense bataklığın içinde ki kemik parçaları. Söyle hadi!''

Duymadı beni. Çünkü konuşmadım. Ağzımı bile açmadım. Çığlık atan gözlerine bağırdım gözlerimle. Onun gözleri ''Boğarım seni!'' diyordu. ''Boğarım bizi o denizde.''

Düştüm. Onu rüzgarlar tuttu. Beni betonlaşmış denizin bıçaktan dalgaları. ''Seni Seviyorum'' diye haykırdım dalgaların arasında. ''Seviyorum ulan! Ne denizin karanlığı ne gökyüzünün aydınlığı. Bakma bana öyle. Hepsinin amına koyım! Bakma, sakın öyle bakma !''

Sokaktan geçen simitçi bakıyordu bana. Karşımda duran boş banka, sigara dumanına sustum. Kulaklarımdaydı ''seni seviyorum'' diyen sesi.

------------------------------------------------

Getirin lan bana kolunu kanadını kırdığım sevdiğimi!