24 Nisan 2016 Pazar

Güzelliklerden payını almayanlara



Pro illis qui non vivant!


---------------------------------------------------------------------------------------------------

 'Çünkü günlerden pazartesi olması umrumuzda değildi. Ne kolumuza bağlı bir saat ne de adresini bildiğimiz sıcak bir yatak vardı şehrin kahpe sokaklarında. Havanın soğukluğunu ucuz şaraplarımızın ısıttığı kahkahalarla yenip, daha ne kadar çirkinleşebileceğimizi öğrenmeye çalışıyorduk. Leş gibi sigaralar içip, sapsarı dişlerimizle gülümsüyor, acı biberden şişmiş dudaklarımızla küfürler savuruyorduk dört bir köşeye. Dinlediğimiz bir müzik türü yoktu. Çalan her şarkının nakaratını biliyor, devamında kafa sallıyorduk. Kollarımızda belli bir örgüte, tarza ait takılar, dövmeler yoktu. Her örgüte ve tarza üyeydik çünkü. Herkesin tadını kaçırıyor, önümüze gelenden sigara istiyorduk. Pahalı sigaralar, ucuz sigaralar, sarma sigaralar... Boğazımızda birikmiş balgamı arttırıyordu hepsi sadece. Ve bizde tükürmek için insanların suratlarına, sıraya giriyorduk. Titanik filminden tükürmeyi, iyi bir adam olmak uğruna acıdan kıvranarak ta insanların ne denli iğrenç ve acınası olduklarını öğrenmiştik. Bizi kimse durduramazdı artık. Güçlüydük. Bizim kadar bizden, geceleri yatağımızın altında ve açmaya korktuğunuz gardırobumuzda saklanıyordu.

 İnsanlar güzel bir ilkbahar sabahına uyanırken, attıkları mesajlarla zorla kendilerini sevmeye ikna ettikleri iyi giyinimli adamlar ve kadınlarla buluşmaya giderken, bizler henüz daha yeni sızmaya başlamış, gideceğimiz buluşmada hangi kişiliğimizi giyeceğimizi tartışıyor olurduk kendimizle. Her biri birbirinden yalan gerçeklerimizi gördükçe insanların gözlerinde ki ışıkta, daha fazla şehvetlenirdik. Cinsel açlığımız da ruhsal açlığımız kadar derin ve dipsizdi. Gözlerine yakıştığımız her güzel kadını ve adamı tabiri caizse sikmek, pahalı kıyafetlerinin değersizce yatağın kenarından halıya bir paspas parçası gibi düşmesini izlemek istiyorduk. Bizim için zile basıp kaçmak, sokağın ortasında devamını bilmediğimiz bir şarkıyı bağıra bağıra söylemeye başlamak ve sırf suratını çok beğenip kıskandığımız için çıkardığımız kana bulanmış yumruklar arasında hiç bir fark yoktu. Bir insanın gözyaşlarının, leş gibi ucuz şaraplarımız kadar acı fakat değersiz ve sahte olduğunu biliyorduk. Kazımıştık kafamıza. Sonra da kafamızı. Aynanın karşısında o gözyaşlarını döke döke kazımıştık hatta. Olayın ne kadar iyi göründüğünle bir alakası yoktu çünkü. Olayın ne kadar iyi hissettiğinle bir alakası vardı, ne kadar tam bilmesekte. Hiçbir şeyi bilmiyor ama her şey hakkında yalan söylüyorduk. Söylediğimiz yalanların ne kadar tutup tumayacağı önemli değildi. Henüz yazılmamış bir kitabı anlatmaya başladığımızda illa ki biri çıkıp o kitabı okuduğunu söyleyecekti, daha söylenmemiş bir şarkıyı mırıldanmaya başladığımızda her zaman birileri bize eşlik etmişti.
Ne olursa olsun, sürünün içinde daima bir koyun kurt olduğunu iddia etmeye çalışacaktı çünkü. Kurdun yanına geçip, kurdu ve sürüyü kandırmaya çalışacaktı beyaz ve kirlenmemiş tüyleriyle. Ve kurtta kabul edecekti. İnandığına ikna edecekti. Hatta bir dostça bir akşam yemeğine çağıracaktı kurt olduğunu iddia eden koyunu.

 Ve sevgili dostlar, okurlar;
Koyun asla menüye bakmayacaktı, görmeyecekti adının kurtlar sofrasının yemek listesinde geçtiğini.

---------------------------------------------------------------------------------------------------

Peki neden mi böyle olduk? Neden mi bu olmayı tercih ettik? Hepimizin ayrı bir hikayesi var çünkü. Vazgeçmişsiniz, umursamamayı, kaçmayı seçmişsiniz diyebilirsiniz. Küfür de edebilirsiniz, hakarette. Bunların sadece sizler için önemli olduğunu asla göremeyeceksiniz. İşin aslı şudur ki; Bizler böyle olabilmek için mücadele etmişleriz. Vazgeçmek, umursamamak, kaçmak için yorulmuşlarız. Ve en sonunda başarmışlar. Başaramayanlara ne mi oluyor? Üstlerinde indirimlerden aldıkları kıyafetleri, sabah sekiz otuza kurulu saatleri, iki biradan sonra mekana bıraktıkları bahşişleriyle orada, sizin aranızda yaşıyor. Hayat diyor, devam ediyor bir şekilde, ileri de nasıl olsa bir şeyler olur diyor. Bekliyor. Kısa ve çelimsiz, umursamaz hayatını bekleyerek geçiriyor. Önemli biri olma hayaliyle yanıp tutuşurken, yolda gözlerinin buluştuğu insanlara umut güdüyor. Dostlarına sarılmaya çalışırken, ben kendime yeterim yalanıyla kapatıyor gözlerini. Ve dönüp duruyor yatakta, uykuyu bekleyene kadar parlayan telefon ekranında parmaklarını gezdiriyor.

Kimimiz aldatıldı, kandırıldı, sevdi karşılığını alamadı, yeminler içti düzgün bir adam olacağına tutamadı yeminini, yenildi zorbanın zulmüne, yarenin ihanetine, uykunun gidip bir daha dönmemesine, ilgisizliğe, sevgisizliğe.. Kimimizse doğuştan böyleydi. İlk başta bilmiyordu, fark etti, red etti, biraz kabullendi, gözlerini sahilde açtı, tekrar red etti. Hayır dedi, ben böyle biri olamam. Ağladı kadehlere, yazdı, kustu sayfalara, dostlara. Kadehler kırıldı, sayfalar yandı, dostlar kayboldu. Tekrar kabullendi. Gözlerini bilmediği bir şehirde açtı, bilmediği, tanımadığı bir kadının/adamın omuzlarında. Anladı. Ağlamadı. Kırıldı kalbi kadehler gibi, yandı sayfalarla içi ve kayboldu sokaklarda, hayatın soluğunda.. Dostları yine gelmedi. Bu son dedi Cem karaca, bu son olsun. O dinledi. Herkesi dinledi, herkese kafa salladı, hak verdi. O kadar verdi ki, delirdi. Kalktı ayağa, vurdu masaya. Yaktı sigarasını. Baktı aynaya. Kırdı aynayı. Döndü arkasını ve bağırdı.

'Çirkin olan ben değilim, sizlersiniz. Hadi biraz daha makyaj yapın, biraz daha fazla para verin kıyafetlerinize. Hiçbir zaman benim kadar güzel olamayacaksınız. Çünkü sizi yeri geldiğinde unuttuğunuz Tanrı'nız çizdi, beni sizin unutkanlığınız. Umursamaz olan, vazgeçmiş olan ve kaçan ben değilim. Siz masalarınızın, telefonlarınızın ardında saklanırken dünyadan, egolarınızın gölgesinde filizlenmeye çalışırken, ben koştum çırılçıplak gün ışığında resimlerini çektiğiniz manzaralarda, ve açtım girmekten korktuğunuz karanlık sokaklarda, deldim binbir üç kağıtla ördüğünüz sıvası dökük duvarları. Sırf bakabilmek için gözlerinize, bakıp bağırabilmek için burada olduğumu. Tanrının gökyüzüne çıkmaktan değil, oradan düşmekle alakalı olduğunu. Hayatın herkesin güzel olduğu ekranlarda değil, kırık bir aynanın verdiği kesikte yaşandığını. Bakmadınız ama, bakmıyorsunuz, bakamıyorsunuz suratıma. Çünkü siz, siz yarattınız beni. Sizin egonuz, umursamazlığınız, ilgisizliğiniz yarattı beni. Ve şimdi savaşamıyorsunuz benimle. Çünkü benimle savaşmak, sevişmekten ağır. Çünkü çıplaklıktan daha çok utandırıyor gözlerim sizi.

------------------------------------------------------------------------------------------------------

Neden bilmem bize derman olacakların bizden kaçması?

------------------------------------------------------------------------------------------------------

'İçim acıyor oğlum ya. Çok acıyor ama. Dişlerimi falan sıkıyorum. Nefes almakta zorluk çekiyorum. Hafiften de midem bulanmaya başladı. Bu kafanın ardından bir rahatlama gelmesi gerekmiyor mu?'
'Al şundan çek biraz, gelir birazdan.'

-------------------------------------------------------------------------------------------------------

Cebimdeki son parayı birkaç saat önce masaya vurup 'Bu benim son param, daha güzel nasıl değerlendirebiliriz ki?' diye bağırdığımı hatırlıyorum. Şu anda ağzımda karıncalar varmış gibi. Böyle bir ucuna ağırlık bağlamışlar sanki.

------------------------------------------------------------------------------------------------------

Şimdi yalnızlık yan odadan gelen ses. Haluk levent'in şarkısını bağıra bağıra söyleyen iki sarhoş adamın sesi. İçmekle, yarına saklamak arasında gidip geldiğin bir şişe şarap ve gelmeyen uyku.
Şimdi hayat...

Şimdi hayat kendin sardığın sigarayı içmek, Ulus Baker'in sözlerine sızmadan önce kadeh kaldırmak gibi.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------

Neyse ki akış, dünyada kodlanabilen tek şeydir de. Unutmayalım ki, fikirler akışlardır: Herakleitos 'aynı nehre bir kez daha giremeyiz' demesinin ardından ekliyordu: 'üstümüze başka başka sular geldikçe, hem biziz, hem değiliz.' Sorunun bir zaman sorunu olmasından çok, bir akış sorunu olduğu besbellidir. Yine unutmayalım ki, arzular akışlardır; davranışlar akışlardır; zaman ve olaylar akıp geçerler.

1 yorum: