29 Ocak 2013 Salı

Prima mea Poema



Ritmini kaybetmiş bir akorum ben,
Son notalarını başa koyan
Kendini kaybetmiş bir adamım ben,
Son dakikalarını boşa koyan

Leyla'sını kaybetmiş bir Mecnun'um ben,
Son inancını aynı kadına koyan
Hayatını kaybetmiş bir kumarbazım ben,
Son umudunu kumara koyan.

Kendi ülkesini kaybetmiş bir kralım ben,
Son adamını tanımadığı mezara koyan.
Düşüncelerinin suikastine uğramış bir yazarım ben,
Son kitabını mezarının kenarına koyan.

Aklını kaybetmiş bir şehit babasıyım ben,
Son gücüyle tabutu omzuma koyan.
İdam ağacına giderken ıslık çalanım ben,
Son gururuyla başını halata ağlamadan koyan.

Maçı başından kaybetmiş bir boksörüm ben,
Son yumruğunu hakemin suratına koyan.
Yarışı çoktan kaybetmiş bir atım ben,
Son çizgiden sonraya hayallerini koyan.

Kim olduğunu kaybetmiş biriyim ben,
Son sözünü son nefesine koyan,
Hikayedeki kötü adamım ben,
Son göründüğünde hayatın amına koyan.

Mali principii malus finis


Günlerdir gözüme uyku girmiyor. Düşünüyorum sürekli. Sebepleri, sonuçları, nedenleri, neredenleri, kimleri, seni, beni, gözlerini, sigaramı yakışını, sigaranı söndürüşünü, benim için atan kalbini, buharlaşan gözyaşlarını, nasıl olduğunu, nasıl olduğumuzu, nasıl olacağımızı.. Ben hep düşünüyorum. Çünkü biliyorum ki beni mutlu eden tek şey seninle aynı anda seni düşünebilmek. Biliyorum beni düşünmeyeceksin hiçbir zaman sen. Bende seni düşünüyorum. Birlikte seni düşüneceğiz. Birlikte. İşte aradığım kelime bu. Birlikte.

 Güneş göz kamaştırdığı günlerden, gözyaşlarının intihar ettiği gecelere kadar uzanan bir sevgi. Asla yok olmayacağı düşünülen bir aşk. Aşka inanmayan iki insanın, ilahi bir bağlılık yaratması. İki insanın, asla bitmeyecek bir aşk yaratarak kendini Tanrı sanması. Tanrının bu iki Aşık Tanrıyı kıskanıp onları ayırması. Bitmeyecek denen ve biten şeyler. Can çekişen iki insan. Birbirinden uzak ve karanlıkta. Özleyen iki insan. Özleyen iki eski Tanrı. Tüm yaşanılanlara yakışmayan bir son. Son bile olmayan bir son. Sevgi devam etse de, bitti artık denilerek bitirilen geceler. Güneşli günlerde kahkahalar. Ay'ın altında içilen sigaralar.

27 Ocak 2013 Pazar

Özgürlük


 Yetti artık. Buraya kadar. Dayanamıyorum. Hayatın, insanların ve dakikaların akıp gitmesinden, sigaraların sönmesinden, şişelerin bitmesinden, her hikayenin sonunda kötü adamların kaybetmesinden bıktım. Keman sesiyle gelen özlemden, rüzgarla gelen duygulardan ve de zihnimin bulutlarından yağmur gibi boşalan düşüncelerden nefret ediyorum. Parayı öldürmek, adalete tecavüz etmek istiyorum. Nefes alan altı milyar insanı karşıma alıp bağırmak istiyorum;

'' Hepinizin amına koyayım ''

 Tanrıya inanmıyorum. Hayata inanmıyorum. Aşka da inanmıyorum. Bir tek ölüme inanıyorum. Kurtulmak istemiyorum. 70 yaşına gelmiş bir mahkum misali '' Kurtulsam da gidecek bir yerim yok! ''. Ölmek istiyorum dünya denen mapushanenin tam ortasında. Eski haritalarda adı Dikili diye geçen hücremde. Deniz kıyısında oturup son bira şişesini de denize salladıktan sonra sormak istiyorum;

'' Hani özgürlüktü deniz? ''

 Özgürlüğe dokunup, özgürlüğü görüp, gidememektir, terk edememektir deniz kenarında oturmak. Birilerinin, bir şeylerin seni metal bağladığını hissedersin gün aşırı. Asla özgür kalamayacaklarını bilenler beklerler yazı. Denizi serinlemek için kullanırlar. Daha hala kaçacaklarını düşünenler ise mevsime aldırmadan, kravatlarını çıkarmadan atlar denize. Geceleri hayatın amına koymayı düşlerken uyuyakalan insanlarsa sadece izler özgürlüğü. Rüyalarını bekler onlar. Tekrar uyumayı ve dünya denen illeti tekrar yakmayı beklerler. Benim için hiçbiri bir anlam ifade etmiyor artık. Özgürlüğü ben öldürdüm, kendi kafamda. Ve son şişeyi de denize fırlatıp bağırdım;

'' Özgürlük sadece bir heykeldir! Amerika'da yıkılmayı, hediyelik eşya satanların raflarında ise satılmayı bekler ! ''

11 Ocak 2013 Cuma

Caminito comenzado, es medio andado.


 İhtiyacım olan tek şey derin bir çukur. İçinde etimi parçalayacak böcekler ister olsun, ister olmasın. Ne fark eder ki benim bile değer vermediğim bedenimi delik deşik edecekse solucanlar? Belki daha yakışıklı bile olabilirim ! Dünyanın bana yaptıkları hiç yakışmadı. Dünya güzeldi elbet, dünya hep güzeldi fakat çirkin olan biri vardı o da bendim. Baktığı her aynayı kırıp yaralı eliyle kaçan, gözlerine baktığı her kızı ağlatan, gündüzleri değil sadece geceleri kendini izleyen hep bendim. Sevdiğim bir yazar vardı, derdi ki '' baktığınız benim, gördüğünüz kendiniz ! '' . İşte bu yüzden çirkinim. Beni iğrenç ve aşağılık yapan suratım veya kırdığım aynalar değil. Bana bakanlar, kendini görüyor. Beni arayanlar, kendini buluyor. Altı milyar insan için yaşıyorum ben !

 Afrika'da eti kaburgasına yapışmış çocukta benim, Mcdonalds'ta '' Dikkat kaygan zemin '' tabelasından korktuğu için yavaş yavaş ilerleyen, happy meal satın alan çocukta. Greenpeace için kendini santral kapılarına zincirleyen ekolojik anarşistte benim, çocuklar üstünde deneyler yapanda, üçüncü dünya ülkelerinde ufak çingene kızları satan da. Çin'de üçüncü çocuğunu aldırmak için doktora yalvaran kadın da, sevgilisinden ayrıldığı için halatta sallanmaya devam eden adam da benim. Geceleri ağlamaktan uyuyamayan ruhu yırtık kadınlar da, çok fazla votkadan travestiyi, Ukraynalı fahişe sanan adam da. Para için sokakta dilenen yaşlı kadın da benim, ısınmak için dolar yakan da. Yerin altında yatan milyonlarca huzursuz kemikte benim, yerin üstünde sevişen, savaşan, spor yapan et parçaları da. Altı milyar insan da benim. Ve her gece kendimi dinliyorum. Herkes konuşuyor zihnimde. Herkes sevişiyor kalbimde. Herkes bir şeylerden şikayet ediyor. Her gün tanrısına şükreden 6 yaşındaki bir çocuğa karşı, 6 zengin adam kendini dünyadan ve hayattan aşağı atıyor. Ve ben hep izliyorum. İzledikçe kendimi ve insanları, nefret ediyorum. Kırıyorum aynayı, dönüyorum arkamı. Çirkin olan ben değilim. DÜNYA !

Sonra devam ediyorum dünyayla aynı hızda dönmeye. Gün ağrıdıkça, başım ağrıyor. Gün bittikçe, izmarit yanıyor. Ama ben durmuyorum, eğer durursam 6 milyar insan aynı anda duracak. İşlerine yetişemeyecekler, sevdiklerine kavuşamayacaklar, ölmek için atladıkları binalardan yere ulaşamayacaklar. Ve ben ölmüyorum. Çünkü ölürsem, 6 milyar insanda ölür.

 İhtiyacım olan tek şey dudaklarımın arasında. Ama biri gerekiyor bana. Ölüm gerekiyor. Ölüme '' Eyvallah '' demem gerekiyor. Fakat ben yürüyorum hala. Kendi isteğimle atladım arabadan. Zaten eğer ben terk etmezsem bir şeyi, vazgeçtim diyemem. Sadece biri beni terk etsin istiyorum, vazgeçmek istemiyorum artık. Doğamda var benim vazgeçmek. Sakat doğan, ufak ve fakir bir ailenin, ufak ve fakir oğlu gibi ;

'' Allah baba beni böyle yaratmış ''

 O çocuk, o ufak zihin, 70 yaşında ölüm döşeğinde yatan bir adamın çaresizliğini dile getirir. '' Allah baba beni böyle yaratmış ''. Allah baba hepimizi bir gün ölüme diz çökmemiz için yaratmış. Kimisi saygıyla şapka çıkarır, kimisi koşturarak sarılır boynuna, kimisi saklanır, kimisi de dar ağacına giderken son kez, son gücüyle bir hamle yapıp kollarını tutanlar kurtulduktan sonra dik ve asil bir biçimde gider ölümüne. Nasıl olursa olsun.

ÖLÜM BULUR, ÖLÜM ALIR İSTEDİĞİ CANI !

                                                                                                 
                                                                                                 Mira'ya..
                                                                                                     Sonsuzluğa..

4 Ocak 2013 Cuma

Ægroto dum anima est, spes est

   Bende severdim bir zamanlar. İnsanları olmasa da sistemi severdim. Düzeni severdim. Her şeyin mükemmel  planlara uygun çalışmasını severdim. Bir saatin içini açıp izlerdim, onca çarkın nasıl uyum içinde dans ettiğini. Sonra bir gün bir kadın geldi. Hayatımın en mükemmel planlarının onun üstüne kurdum. Kadın gitti, planlar bitti. Kağıttan yarattığım plan dağlarımı tek bir kibritle yaktım. Aslında ben hiç kibrit kullanamazdım, ama hayat bana tüm anılarımın ve planlarımın ufak bir kibritle yanabileceğini göstermek için görevini tamamlamıştı. Binlerce ağaçtan yapılan kağıtlarımı, bir ağaçtan binlerce çıkan bir kibrit yakmıştı. Doğa intikamını alıyordu. Benim duygularım yine kimsenin umrunda değildi.
 Bende özlerdim bir zamanlar. İnsanları olmasa da çocukluğumu özlerdim. Kalbimi özlerdim. Sevgilimin kalbini özlerdim. Ben hep olmayan şeyleri özledim. Hayatı, tebessümü ve mutluluğu özlemeyi vazgeçtiğim yıllarda kendime '' Ne fark eder ki? '' sorusunu yöneltmiş 12 yaşında ihtiyar bir ruhtum. Elimi daha belirginleşmemiş yüz hatlarımda gezdirip ne kadar çirkin olduğumu düşünürdüm. O sıralarda güzelliğin sadece Tanrıya mahsus olduğunu öğrendim. Ardından din kitaplarında Tanrının bir şeklinin olmadığını. O halde dedim. Eğer gerçek güzellik şekilsizlikse ben bir sanat eseri olmalıyım. 13 yaşıma geldiğimde elimi sıkı sıkı tutan görünmez güce olan inancım kaybolmuştu. Ben Tanrıyı özledim.
 Beni terk edenleride özlerdim. Sonra bir gece omzuma yetişen boyuyla çekici bir kadın yolun ortasında bana tokat atıp, arkasını döndü ve yürümeye başladı. Ben özlemedim, sadece bir kaç nefeslik zaman için son kez kızın kalçalarına bakmakla yetindim. Bunu fark ettiğimde ileri düzeyde bir sapık olduğumu kendimi yakmam gerektiğini düşündüm. Sonra cevabım 20 metre önümde ki ince belli kızın saçlarına çarpan rüzgarla geldi

 '' Ne fark eder ki? ''

 Aşık Veysel'i düşündüm bende. Islık çalarken buldum kendimi, uzun ince bir yoldayım diye avaz avaz fısıldıyordu ıslıklarım. Önümde ilerleyen ince belli kız durdu ve arkasını döndü, bense ellerim ceplerimde ıslık çalıp büyük üstadı düşünüyordum. Toprak derdi üstad, ekmeğini yediğimiz toprağa gömülüyoruz. Sonra torunlarımız gömüldüğümüz topraktan ekmek yiyor.
 Ben düşünürken, bir anda iki kol omzumu ve boyunumu bir dudak ise ağzımı sardı. İnce belli kız pişman olmuştu gitmekten. Kızı ittirdim istemeden. Ve yine istemeden '' Git '' dedim. '' Benim tek yarim kara topraktır ''. Bilmiyordum ne dediğimi, sadece düşünüyordum ben.
 Aslında istemiyordum kızın gitmesini, seviyordum ufak omuzlarına ağır gelen hayatını, seviyordum beni öpmek için üstünde durduğu ayak parmaklarını, seviyordum benim gözlerimde kurtuluşu aramasını. Ama ne yazık ki kimse bu dünyaya kurtulmak için gelmemişti. Hepimiz daha da dibe batmak için buradaydık. Kurtuluş sadece Ankara'da bir mahallenin adıydı ya da Bob Marley'in en iyi şarkısı. Ama bilmek gerekirdi ki ne ben Bob Marley dinlerdim, ne de Ankara'da son durak kurtuluştu.
 Kız gözyaşlarını döktü bu sefer, sert bir şekilde arkasını dönerken saçıldı gözlerinden akan sıvı elmaslar. Hızlı ve sinirli adımlar atıyordu. Onun dudaklarından kurtulan dudaklarım son bir gayretle açıldı. '' DUR '' diyebildim. Bağırarak fakat onun mutsuzluğunu rahatsız etmeden. Aramızda en fazla 10 metre vardı. Durdu ince belli kız ve nazlı bir şekilde arkasını dönüp bana baktı. Ağzım tekrar oynadı

'' Daha yavaş yürü giderken, son kez kalçalarını izlemek istiyorum ''

 Kız arkasını dönüp daha da hızlandı. Sadece adımları değil, kalp atışları ve gözyaşları da hızlanmaya başlamıştı. O da istiyordu aslında. Benimle son kez ucuz alkollerle sarhoş olmaya çalışıp, seviştikten sonra sızmayı. Ama ben ne sarhoş olmayı ne de sızmayı istiyordum. Kızın kalçaları da güzel sayılmazdı, fakat o giden kişiydi. Ve gidenlerin arkasından yapılacak iki şey vardı. Ya sırtından bıçaklayacaktım onu, ya da o anın zevkini çıkartacaktım. Ben istemeden ikisini de yapmıştım. Bana asla arkasını dönmemeliydi. Çünkü hayat benim için o yıllarda koca bir kavgadan ibaretti. Ve sen asla düşmanına arkanı dönemezdin.
 Aptal dedi annem. Adam olmaz dedi babam. Çok özelsin demişti daha eşini bulamadığım ablam. Manik depresif dedi psikolog. Ben bağırdım sarı saçlı ruh doktoruna.

'' Jimi Hendrix'in en sevdiğim şarkısı o ! ''