Bende severdim bir zamanlar. İnsanları olmasa da sistemi severdim. Düzeni severdim. Her şeyin mükemmel planlara uygun çalışmasını severdim. Bir saatin içini açıp izlerdim, onca çarkın nasıl uyum içinde dans ettiğini. Sonra bir gün bir kadın geldi. Hayatımın en mükemmel planlarının onun üstüne kurdum. Kadın gitti, planlar bitti. Kağıttan yarattığım plan dağlarımı tek bir kibritle yaktım. Aslında ben hiç kibrit kullanamazdım, ama hayat bana tüm anılarımın ve planlarımın ufak bir kibritle yanabileceğini göstermek için görevini tamamlamıştı. Binlerce ağaçtan yapılan kağıtlarımı, bir ağaçtan binlerce çıkan bir kibrit yakmıştı. Doğa intikamını alıyordu. Benim duygularım yine kimsenin umrunda değildi.
Bende özlerdim bir zamanlar. İnsanları olmasa da çocukluğumu özlerdim. Kalbimi özlerdim. Sevgilimin kalbini özlerdim. Ben hep olmayan şeyleri özledim. Hayatı, tebessümü ve mutluluğu özlemeyi vazgeçtiğim yıllarda kendime '' Ne fark eder ki? '' sorusunu yöneltmiş 12 yaşında ihtiyar bir ruhtum. Elimi daha belirginleşmemiş yüz hatlarımda gezdirip ne kadar çirkin olduğumu düşünürdüm. O sıralarda güzelliğin sadece Tanrıya mahsus olduğunu öğrendim. Ardından din kitaplarında Tanrının bir şeklinin olmadığını. O halde dedim. Eğer gerçek güzellik şekilsizlikse ben bir sanat eseri olmalıyım. 13 yaşıma geldiğimde elimi sıkı sıkı tutan görünmez güce olan inancım kaybolmuştu. Ben Tanrıyı özledim.
Beni terk edenleride özlerdim. Sonra bir gece omzuma yetişen boyuyla çekici bir kadın yolun ortasında bana tokat atıp, arkasını döndü ve yürümeye başladı. Ben özlemedim, sadece bir kaç nefeslik zaman için son kez kızın kalçalarına bakmakla yetindim. Bunu fark ettiğimde ileri düzeyde bir sapık olduğumu kendimi yakmam gerektiğini düşündüm. Sonra cevabım 20 metre önümde ki ince belli kızın saçlarına çarpan rüzgarla geldi
'' Ne fark eder ki? ''
Aşık Veysel'i düşündüm bende. Islık çalarken buldum kendimi, uzun ince bir yoldayım diye avaz avaz fısıldıyordu ıslıklarım. Önümde ilerleyen ince belli kız durdu ve arkasını döndü, bense ellerim ceplerimde ıslık çalıp büyük üstadı düşünüyordum. Toprak derdi üstad, ekmeğini yediğimiz toprağa gömülüyoruz. Sonra torunlarımız gömüldüğümüz topraktan ekmek yiyor.
Ben düşünürken, bir anda iki kol omzumu ve boyunumu bir dudak ise ağzımı sardı. İnce belli kız pişman olmuştu gitmekten. Kızı ittirdim istemeden. Ve yine istemeden '' Git '' dedim. '' Benim tek yarim kara topraktır ''. Bilmiyordum ne dediğimi, sadece düşünüyordum ben.
Aslında istemiyordum kızın gitmesini, seviyordum ufak omuzlarına ağır gelen hayatını, seviyordum beni öpmek için üstünde durduğu ayak parmaklarını, seviyordum benim gözlerimde kurtuluşu aramasını. Ama ne yazık ki kimse bu dünyaya kurtulmak için gelmemişti. Hepimiz daha da dibe batmak için buradaydık. Kurtuluş sadece Ankara'da bir mahallenin adıydı ya da Bob Marley'in en iyi şarkısı. Ama bilmek gerekirdi ki ne ben Bob Marley dinlerdim, ne de Ankara'da son durak kurtuluştu.
Kız gözyaşlarını döktü bu sefer, sert bir şekilde arkasını dönerken saçıldı gözlerinden akan sıvı elmaslar. Hızlı ve sinirli adımlar atıyordu. Onun dudaklarından kurtulan dudaklarım son bir gayretle açıldı. '' DUR '' diyebildim. Bağırarak fakat onun mutsuzluğunu rahatsız etmeden. Aramızda en fazla 10 metre vardı. Durdu ince belli kız ve nazlı bir şekilde arkasını dönüp bana baktı. Ağzım tekrar oynadı
'' Daha yavaş yürü giderken, son kez kalçalarını izlemek istiyorum ''
Kız arkasını dönüp daha da hızlandı. Sadece adımları değil, kalp atışları ve gözyaşları da hızlanmaya başlamıştı. O da istiyordu aslında. Benimle son kez ucuz alkollerle sarhoş olmaya çalışıp, seviştikten sonra sızmayı. Ama ben ne sarhoş olmayı ne de sızmayı istiyordum. Kızın kalçaları da güzel sayılmazdı, fakat o giden kişiydi. Ve gidenlerin arkasından yapılacak iki şey vardı. Ya sırtından bıçaklayacaktım onu, ya da o anın zevkini çıkartacaktım. Ben istemeden ikisini de yapmıştım. Bana asla arkasını dönmemeliydi. Çünkü hayat benim için o yıllarda koca bir kavgadan ibaretti. Ve sen asla düşmanına arkanı dönemezdin.
Aptal dedi annem. Adam olmaz dedi babam. Çok özelsin demişti daha eşini bulamadığım ablam. Manik depresif dedi psikolog. Ben bağırdım sarı saçlı ruh doktoruna.
'' Jimi Hendrix'in en sevdiğim şarkısı o ! ''