15 Ekim 2015 Perşembe

Kalmak için yanarken, şerefe der gibi terk edenlere



 ‘Ay henüz batmaya hazır değildi. Fakat güneş kararlıydı artık doğmaya. Şarkılar yazmaz mıydı her gecenin bir gündüzü var diye. Umudumuz değil miydi? Peki neden geceler hep kötüydü? Huzurlu gecelerin bitmemesi için yalvaranlar yok muydu aramızda? Her gece bitmeye, her sigara sönmeye alışıktı nasıl olsa. Yahut biz öyle biliyorduk. Düşerken gökten yıldızlar birer birer, basılırken kül tablasına her sigara canları yanmaz sanardık. Oysa karşılıklıydı duygularımız. Güneş özlemez miydi Ay’ı peki hiç? Gözyaşları söndüremez miydi sigarayı? Gidenler giremez miydi kaybedenler kulübüne? Her kahkaha terk edene, her gözyaşı terk edilene mi aitti ulan?’

Üzülüyorsa neden gitti? Neden söndürdü sigarayı? Ay neden doğdu geceye?

Adı geceydi çünkü. Rengi karaydı. Tüm bu topraklar kana bulanıkken, ay ışığı yansımalıydı gökten orospu kırmızıya.
Sevdiğim bir kadın derdi ki ‘’En güzel nefes, hep sonunda saklı şu meretin’’ Bitmeliydi sigaralar. Söndürülmeliydi sinirle, hüzünle, tebessümle. Ki yansın yenisi. Ki çıksın karanlıklar aydınlığa şaire göre.
Eski bir dostuma sormuştum, onca nedeni olan sorumu. Çoğunun cevabını bile bile hatta. ‘’Çünkü’’ derdi her defasında. Getirmezdi devamını. Biliyorduk. Gittikten sonra bembeyaz bir çarşafta hayatla sevişmediklerini. Ama kabullenemiyorduk işte seve seve ayrılmayı. Yalan diyorduk, olamaz ki böyle bir şey. Bağıramıyorduk amana koyayım diye. Gidenlerse son sözlerini boğazına düğümlemiş, meze yapıyorlardı her bardak sesine. Duyguları ve düşünceleri yakarken iç organlarını, söndürmeye çalışıyordu onlar. Sevgi sonsuzdu, külleri kalacaktı. ‘’Asla unutulmayacaksın’’ denilen küllerini başka kadınlar yahut adamlar süpürmeden orada öylece kalacaklardı.

Kalp, hiçbir zaman yönetime geçemeyecek Marxist bir devrimciydi. Beyin ise kapitalist bir diktatör. Kalp kaybederse, beyin güler, biraz alay ederdi. Fakat o da üzülürdü içten içe. Her şeyin değeri zıttı kadardı.
Beyin kazanırsa, kalp paramparça olur, dağılırdı dört bir yana. Ara sokaklarda saklanırdı. Bir gün biri daha çıksın, toplasın diye tekrardan her şeyi. Başlatsın diye tekrardan devrimi.

Kabul et. Üçüncü bir olasılığa sende benim kadar az şans veriyorsun. Evet. Kalbin ve beynin kaybetmesinden bahsediyorum. Anarşiden bahsediyorum. O ütopik duygular içinde yatakta gözlerin açık sızmaktan, sokaklarda, barlarda Tanrı’nın yalnız insanı olarak gezmekten. Sokak lambalarına bakacak yüzün bile kalmamasından. Bir anda içinde bir yangın çıkıp, söndürememekten. Sevdiğine koşmak isteyen bacaklarını kırmaya çalışmaktan. Biliyorsun değil mi? İki kez ölmekten bahsediyorum.

Tüm bunlar. Hepsi. Birilerinin kazanması yada kaybetmesi. Hak edilip, edilmediğinin sorgulanması ve ötesindeki şeyler. Tek bir şey var sevgili okur. Kesin olan tek bir şey. Kim yenerse yensin(!) bu kahrolası savaşı. Kim av, kim avcı olursa olsun.. İster sosyalist, ister kapitalist…

Hep kaybeden; hapishanelerin rutubetli duvarları arasında çürümeye yüz tutmuş ciğerler, ders olsun diye asılan sevgiler, acımasızca yakılan anılar…

Ve birde anlamını yitiren, kaybedilen her şeye şarkılar çalan, şiirler yazan, arjantin bardaklara sarılmış eller. Umutsuzca doldurmaya çalışırken parmaklarının arasındaki boşluğu pişmanlık dolu sigarayla, ‘Keşke’ der. ‘Keşke ölen ben olsaydım’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder