23 Ekim 2015 Cuma

Bir cevapsız ağrı


Hava ne kadarda kıştan hallice değil mi? Ellerim klozet kapakları kadar soğuk, içimde tir tir titreyen bir çocuk var. Yakında İzmir’e gideceğim. Eve dönüş yolu korkutuyor belki de biraz gözümü. Biraz uzun, biraz da hüzünlü oluyor yolculuklarım hep. Dinlediğim müzikler ve de.. Çocukluktan kalma alışkanlıklar işte. Eskişehir çok güzel. Buradaki duygu ve düşünce karmaşası içinde açlıkla boğuşuyor, elime ne zaman bir miktar para geçse alkole veriyorum. Cebimde sadece sigara param kaldı. Ve bir de ekmek. Neşet baba şey demişti, onu hatırlıyorum her sabah avcumun içindeki bozuk paraları sayarken.

‘Fakirin bir cigarası var, onuda mı ellerinden alacaksınız Tayyip Bey?’

 ------------------------------------------------------------------

 -Nasıl yani?
+Cevabını bildiğin sorular soruyorsun sürekli. Duymak istediğin şeyleri söyletecek sorular. Bilmeni isterim ki bazı cümleler söylenmemek için kurulur, bazı mektuplar yollanmamak için yazılır. Nasıl her çiçek dalında güzelse, bazen her kelime boğazda hüzünlenir. Olgunlaşır. Kelimelerin rahmidir boğazındaki düğümler aslında. Filizlenir ilk önce, delmek, delip geçmek ister gırtlağını. Oradan kalbe uzanır dalları. Sarıp sarmalar ciğerlerini. Aklına ulaşmadan söylemek istersin. Olgunlaşmıştır çünkü. Henüz canlıyken atman gerekir insanların suratlarına yahut saman kağıtlarına. İçinde kalırsa, zehir salgılamaya başlar her kelime. Kıvrım kıvrım sızar beyninin dehlizlerine. Uykunda bile yakar canını. Kurutmaya çalışsan da alkolle, güçlenir her küfründe. Büyür git gide. Vücudunu sardıktan sonra, ciklet kıvamındaki ruhunu başlar çiğnemeye. Şefkat zarlarını patlatır, tahammül sınırlarını deler, sabrından geçer. Kelimeleşirsin sende. Cümle olursun bir anda. Kimsenin okumadığı bir köşe yazısı belki de. Okunana kadar sararır, kurursun hayatın sokak dediği raflarında. Biri bulup okuyana dek, bir kadın bir gül koyana, bir adam kül dökene kadar sayfalarına kapıldığın rüzgarda sürüklenirsin senelerce.
-Çok güzel geçiştiriyorsun insanları.
+(Çayından bir yudum aldı)
+Teşekkür ederim.
-Ne için?
-(Gülümsedi)
+Çay için.
-(Nefesiyle kahkaha attı)
-Ne çayı?
+(Ellerinin arasında boşluğa bakar. Etrafına biraz göz atmak için kafasını çevirir. Park. Soğuk mu soğuk, karlı bir bank. Ne zaman çıkmışlardı oturdukları kafeden, hesabı nasıl ödemişti? Sorgulamadı. Sıkça başına geliyordu. En azından bu sefer karşısındaki kadın duruyordu.)
+(Kafasını ellerini arasına alıp, başını eğdi.)
+Özür dilerim.
-Niçin özür diliyorsun yahu?
+Çay için.

----------------------------------------------------------------------

Ağrı kesiciler. Birkaç tane. Günlerdir aynı müziğin notalarında, benzer duygularla, farklı düşünceler içinde kıvranmamı engelleyip, sanki kameralar tarafından izleniyormuşcasına hareket etmemi sağlıyor.  Bir paket sigara yanımda, diğerinin parası ise yalnız kalmış cüzdanımda. Aslında yanında kupa kızı duruyor ama, pek yüz vermiyor sanırım. Ablamın fotoğrafı, annemin. Kim bilir ne kadar değiştiler onları son gördüğümden bu yana? Babam nerede şu anda? Omzumda bir zamanlar kanat çırpan kelebek dövmesiyle birlikte, bir unutmuşluk buhranında belki de hepsi. Kalbimi çok zorluyor şu ilaçlar. Tok karnına yazıyor kimisinin üstünde. Belli saatler. Güneşin havaya tırmanma, asılı kalma, düşme vakitleri. Bir de reçete. Üstünde mavi tükenmez kalemle yazılmış iki kelime. Ve benim yazım olmadığını kanıtlayan bir imza.

Fuck Everyone
-----------------------------------------------------------------------------------
-Bu mu kısa?
+Ya şimdi okumaya başla, baya akıcı zaten.
-Sonra atsan bana, okusam olur mu?
+Olmaz. Oku işte şimdi, ne işin var? Girip insanların profillerinde bir şeyler beğenmeden gezmeye çalışmaktansa, benim için bir bok yap.
-Tamam, tamam.
--------------------------------------------------------------------------------------

Merhaba yarın! Seninle güneş varken karşılaşmak isterdim. Eğer dün ve önceki dünler söylediyse biliyorsundur, uykusuzum biraz. Geçen haftam arayacaktı seni? Kahve falımda çıkmıştın, beni bekleyen güzel haberler getirecektin. Yok mu? Ha, diğer yarındı o. Özür dilerim, biraz dalgınım bu sıralar. Dün ve önceki dünler söylemiştir, uyumadım pek onlarla. Kitap okuyalım diyorum bugün, biraz yazı yazalım ve de güzel bir sonbahar akşamında çay içelim. Ne dersin? Çok sevmedim yüzündeki gülümsemeyi ama olur sürprizlerin varsa. Onları da yaşayabilirim sanırım. Ama hayal kırıklığına uğrama şaşırmazsam. Mimik yapamayacak kadar yorgun suratım. Geçen haftam mesaj attı değil mi? Duygu karmaşası içindeyim uzunca bir süredir. Bilmiyor muydun? Ne kadar sorumsuz bir geçen haftaymış yahu. Verdiği hiçbir sözü tutmadı desene. Neyse yahu, sanırım biraz şaşırmaya ihtiyacım var. Dün kredi kart limitimin ve de hattımın kapatıldığını öğrendim ard arda. Umarım böyle bir şaşırtman yoktur bana karşı. Sevindim buna işte. Tabi sen geç uyu, yatak yan odada. Ben biraz daha yazı yazar, gelirim yanına. İyi geceler.

------------------------------------------------------------------------------------------

Hayatın indirimdeki ürünler rafında oturuyoruz. Öyle indirgemişiz ki kendimizi, herkesin dikkatini çekiyor, herkese veriyoruz kendimizden bir parça ilgiliyi. Yanımızda yüzlerce iğrenç, vasıfsız ürün. Parlıyoruz belki onların yanında, markalarımız biliniyor belki internet sitelerindeki resimlerimizden. Belki hepsinden daha çok tercih ediliyoruz ama…

Onlarla aynı raftayız işte.

--------------------------------------------------------------------------------------------

Gel kardeşim. Biraz müzik dinleyip, bir sonraki cinayetlerimizi konuşalım. Korkma kardeşim. Cinayet dediysem aşk anla. Ben dersem sen anla. Biz dersem siz anla. Fakat o dersem.. Anlayamazsın kardeşim. Yorulma. Senelerce nelerin yapıp, yapmaman ile ilgili yormuşsun zaten kendini. Neleri kusabileceğin ve de neleri yutman gerektiğiyle dolmuş kafan. Kişiliğini bir katilin sırat köprüsüne oturtmuşsun. Korkuyu beklerken avutmuş, otobüs terminallerinde unutmuşsun ruhunu. Gel içeri kardeşim. Saç jölesi kıvamındaki düşünceleri çekme artık her seferinde burnundan içeri. Mendillere sarıp atmaya çalışma bir köşeye. Bırak aksın, bırak iğrensin insanoğlu ve kızı senden. Bırak konuşsunlar safra kokan ağızlarıyla, gülsünler beyazlaştıramadıkları dişleriyle. Utanma kardeşim. Gün gelecek keseceğiz hepsinin dillerindeki kemikleri kör testerelerle, söküp alacak, şaraba meze yapacağız beyinlerindeki tümör düşünceleri. Renkli haplar kullanıp, sakız niyetine çiğneyeceğiz erimiş ciklet kıvamındaki kalplerini. Ürkme kardeşim. Gel içeri. En sevdiğin şarkılarını al yanına. Bir pakette sigara.

----------------------------------------------------------------------------------------------

Sıradaki?

-----------------------------------------------------------------------------------------------

‘Bu şeyler’ dedi bana. Gözleri gözlerimdeydi. Bir kaldırımdan ötekine yürüyorduk asfaltta. Eskişehir sertti, soğuğu yani. Yüzde bilmem kaç polyester olan derilerimiz mosmor kesilmişti. Trafik ışıkları ve sokak lambalarının uykusu kaçık sabaha karşı sigaraları izliyordu bizi bir tek. Ve belki de ara sokaklardan gelen, geceyi bir bıçak gibi kesen sarhoş naraları, kahkahaları. Burnuna bakıyordum, o kıpkırmızı, ufacık burnuna. Ucunda eriyen kar tanesinin damlamasını bekliyordum. İlkokul öğretmenim inanmıştı bir tek dikkatsiz bir insan olduğuma. O zamanlar bembeyaz tebeşiri izlerdim bir tek. Bıraktığı izleri, bir buz patencisi gibi süzülüşünü yaşlı ellerde. Büyülerdi beni nedense.

‘Neden böyle şeyler Tolga ya?’

O güldü. Ben öldüm. Martılar çığlıklarını kesti, sarhoşlar sızdı bir köşeye aniden. Yıldızlar sildi kendini gökten. Üşümesin diye cebime soktuğum parmaklarım deldi avcumu bir de. Delip damarlarıma, oradan Malatya’ya, oradan da İzmit’e. Bulgar göçmenleriyle dans etti biraz, sonra okyanusta boğulan binlercesiyle süzüldü amaçsızca. Zaten çok bir amaç kalmamıştı koşacak bundan sonra. Pek kimse soru da sormazdı bu saatlerde. Cevap vermezdi beyaz duvarlar genelde, ya da gökyüzüne benzetilerek uyunan tavanlar. En fazla gözler beliriverirdi. Ya da ‘Hala uyumadın mı?’ denilen bir bıçakla açılan bir kapı aydınlatırdı tavanı. Siliniverirdi gözler, dudaklar. ‘Birazdan uyurum’ yalanı söylenirdi geceye. Uyunmazdı da. Uyunamazdı ki. Uyuyamazdım ben. Babam o zamanlarda.. O da uyumazdı. Sürekli beni kontrol ederdi. İnsan elinde kalan son şeye bakmayı hep çok sever zaten. Korkutur çünkü son sıfatının bir insana gelmesi. Elde kalması. Ve bilirsiniz boşverli türkülerden dinlediniz, korku aşkın kalbi olmuştu hep. Nerede kalmıştık? Neredeydi benim parmaklarım?

‘Nasıl şeyler?’

Sonrasında eğdi kafasını. Gülümsemesi düşecek asfalta diye korktum. Saçı bıraktı kendini, gözlerinin üstünden aşağıya. Ben yine korktum kopuverecek diye. Kopmadı. Bırakmadı onu diğerleri. Herhalde hala alıp verecekleri bir davaları vardı. Görüyorlardı onlar kendi aralarında. Ama bir şey düştü. Çok aşağılara. Deldi geçti dünyayı, damarlarımdan kopup. Ne olduğunu göremedim bile. Göremezdim de. O boşluk. Yıllarca taşıdığımız, taşındığımız içinde. Boşluğum düştü böbreklerimden. Eğer söyleseydi doktor bana, böyle düşeceğini, içmezdim o kadar birayı. Saatlerce zıplamazdım konser alanlarında. Böyle olacağını bilseydim, oturur beklerdim. Okumazdım onca kitabı, ezberlemezdim şiirleri. Çay içerdim belki yine ama. Korktum bir an yine. Ya bulamazsam diye boşluğumu. Ya özlersem? Yani ,tekrardan diyorum, boşverli türküler demez miydi ‘Gitme, gidince daha çok seveceksin’ diye. Neredeydi benim boşluğum? Dinlemek istersem belki bir gün o şarkıları tekrardan, görmek istersem o bardakların altındaki kalın camı. Ne olacaktı o zaman? Kim dolduracaktı, pardon, boşaltacak.. Yine olmadı. Kim ne yapacaktı? Kim geri verecekti? Tanrı mı? Neyi geri verdi ki? Biliyorum, tamam bazı şeyleri geri verdi de.. Ne eskisi gibi kaldı? Şeytan neyi satamadan değil de değiştirmeden getirdi?

‘Boşversene’

Benimle mi konuşuyordu? Yoksa senelerdir sorduğu sorunun cevabını, yine alamadığı için üzülmüş müydü? Bunları düşünmekten öte gözlerim hala burnundaki su damlasındaydı. Ortaokul öğretmenim bir keresinde tokat atmıştı bana dikkat dağınıklığım için. Sorduğu irrasyomel sorunun cevabını bilememiştim, oysa cevabı söylemiş bana. ‘Belki söylemek istemiyorum’ diye bağırmıştım. Bağıramıyordum ki şimdi. Büyümek denilen fiili sıkça kullanır olmuştum. Sonuçta bu olgunlaşmak dedikleri, nerede ne zaman konuşacağını değil, susacağını bilmek değil miydi? Su damlası düşer bağırırsam hem, sarhoşlar uyanır, martılar çığlık atmaya, dünya dönmeye devam eder.. Bağıramıyordum.. Parmaklarım tekrardan çıkar diye avuçlarımdan. O boşluk tekrar tutar ciğerlerimde diye, bağıramıyordum. Yoksa bir çocuk kadar düşüncesizce yürüyordum asfaltta. Çocukluğuma indirecek bir psikolog bulamamıştım ama, yeteri kadar alkol almıştım işte. Eskilerde çok duyardım bir büyüğe danışın diyen sokak ağabeylerini. Ne oldu onlara be?

‘Her şeyin tek bir cevabı var bu dünya da.  Ne, neden, nasıl, niçin? Oysa elinizdeki kitaplarda yazıyor. İlk sayfasındaki Oğuz Atay şiirini ezberleyip, bir kahve söylemeseydiniz, çevirmekten korkmasaydınız sayfaları. İzin verseydiniz ruhunuzdaki nasırların yeşermesine, ataerkil teninize dikilmesine kadın kokan sayfaların. Bir kere olsun Kahlo’nun tablosunu izleseydiniz saatlerce. O zaman belki rutubet tutmazdı ciğerlerim. Size doğru bakıp, katil diye bağırdığımda, belki o zaman etrafınıza bakmaktansa, kaçmaya yahut sırtınızda biriktirdiğiniz bıçaklardan birini çıkartıp bana savurmaya çalışırdınız. Boşveriyorum. Bunu da. Sizleri de. Seni de. Hepinizi. Yarattığınız kadavraların üstüne basıp sabah sporu yapmaya, avmler dikmeye, kendinizi avutmaya devam edin. Boşveriyorum. Susuyorum. Susuzluğumu barlarınızda, suskunluğumu kaldırımlarınızda bozana dek. Boşveriyorum.’

‘Yeşilçam var ya?’
‘Ee ne olmuş yeşilçama?’
‘Benim annem dikti onu oraya. Bende kendimi astım o çama.’
‘Ne saçmalıyorsun sen yine?’
‘Boşversene, parmaklarımı bile hissetmiyorum.’


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder