1 Ekim 2015 Perşembe

Naftalin İstasyonu



Kollarımı sarıyorum ona. Göğüs kafesini açıp, içeri giresim geliyor. Dünyadan, yaşantılardan, hayal kırıklıklarından ve ruhlarımızı bronşit yapan yalnızlık rüzgarlarından uzakta. Kalbim atlıyor. Zıplıyor. Kalbini gösteriyorum işaret parmağımla, tek kaşını kaldırıp ne olduğunu soruyor. ''Tam oram işte'' diyorum. ''Tam oram, böyle çok acıyor biliyor musun? Sanki yanımda değilmişsin, sanki gidecekmişsin gibi. Ne kadar sarılsam, ne kadar baksam, ne kadar konuşsam hiç geçmeyecekmiş gibi oramı acıtan özlem.'' Ellerimin arasına alıyorum yanaklarını. Kafamı yaslıyorum alnına. Gülüyor benimle birlikte. Bende gülüyorum. Öpüyorum. Nefeslerimiz çarpışırken birbiriyle. Mutluyum. Çok mutlu. Yıllardır aradığım kadının kollarımın arasında olması, seven gözlerle, aşık teniyle bana yaklaşması. Ruhumun ısındığını hissediyorum. El ele tutuşuyoruz, bırakıp belini sarıyorum. Dolana dolana ilerliyoruz bir sonbahar sabahında. Nereye gittiğimizin önemi yokmuş ki. Sallana sallana ilerliyoruz saat yediye beş kala.

 Sonrasını pek hatırlamıyorum. Sadece bir yer. Babam ölüyor. Nasıl? Ben bağırabiliyorum sadece. Bir televizyondan izliyorum olan biteni. Sevdiğim kadının omzuna gömüyorum başımı. Fakat ağlayamıyorum. Korkuyorum. Çok korkuyorum. Sanki bu güzel kadının asla dolduramayacağı bir yalnızlık sarmış bedenimi. Bir daha hiçkimsenin dolduramadığı bir yalnızlık sarmış. Bilemiyorum. Başımı saran ellerini hissedebiliyorum sadece. Ağlıyor o. Bense ağlayamıyorum. Göğüs kafesim yarılıyor sanki. Sızı. Acı. Nefesim kesiliyor. Sahte gözyaşlarından ve nefes alış, burun çekişlerinden başka hiçbir şey yapamıyorum.

 Bipolarımın tekrardan bozulduğu vakitlere varmış bulunmaktayız sanırım sevgili okur. Bedenim tekrardan uyuyabileceğimi söylediğinde sevinmiştim oysa. Meğerse bunun içinmiş her şey. Çok mutlu günleri önce derinlemesine hissettirip, sonra bana verebileceği en büyük acıyı yaşatmak aynı rüya da. Ve ardından, uyandırmak böyle bir hayata. Tüm duygu karmaşası mahvetmişken ruhumu, bu sıradan sabaha uyanmak bir anda.

-------------------------------------------------------------------

Kamyonvari yolculuklar lazım bizlere. Otobüs değil, otobüs stresli. Tam yolun akışına dalmışken o güzel müzikle, muavinin uyandırması, yemek servisleri ve de hayatının aşkını bulacağın o köhne terminal molaları. Kamyon öyle mi? Yakacaksın uzun samsunu, koyacaksın teybe şarkını. İstediğin yerde duracak, direksiyon sallaya sallaya unutacaksın. Zaten unutmanın ana teması budur. Önce sallarsın, sonra parissienne moonlight. Ne diyorduk? Ah evet, iki dönümlük ciğerlerde çıkan beşeri yangınlarımız ve de söndürmek için oralara buralara döktüğümüz kova kova kadın gözyaşı. Erkek değil. Kadın. Olgun kadınların velhasıl. Efendim? Kamyon mu? Ne kamyonu yahu beyaz atlar varken? Yani ben kullanamam at falan ama nefret ederim kamyonlardan. Çok sevdiğim bir kadının eşyalarını taşımıştım çünkü bir kamyona; beni taşıdığım kamyon ve onu süren bol bıyıklı adamla terk etmeden önce. Olgun kamyonlar.. Pardon! Olgun kadınlar lazım bize. Görmüş, geçirmiş. Kapıya kadar geçirilmiş. Efendim? Evet biraz öyleyim. Elbette ne bok yediğimin farkındayım. En azından şimdilerde farkındayım. Bu da bir adım değil? Efendim? Adım Tolga. 24 yaşında hissediyorum, tenimi ve de ruhumu. Ciğerlerim ve kalbim biraz daha eski. Sevmiyorum pek insanları. Midemi bulandırıyorlar, böyle bir yanma hissi, bir fokurdama sesi geliyor içimden. Sek içemiyorum çoğu zaman. Seks yapmıyorum, zevk alamıyorum. Sizlerde mi böyleydiniz zamanında? Geçer mi dersiniz? Umarım, her şey hayırlısı. Fakat yarınlar gelmeden bir an önce düzelse ne de künefe olur. Aceleci falan değilim. Yarınlar hiç gelmiyor ki. Her gece yarın olması için uyuyor, bugüne uyanıyorum. Uyumaktan fazlası mı gerek acaba? Gülmeyin lütfen. Bakın şuranız var ya, hayır onun biraz solu. Hah işte tam orası. Oram çok acıyor benim arkadaşlar. Ne olursunuz eğlenmeyin, gülmeyin. Sonbahardayız. Dökülen yapraklara ağıt yakalım, Poe'dan şiirler okuyalım akan her gözyaşına ve de topraklarla yıkayalım nice genç cesetleri. Ardından umursamazca şehrin en ucuz barında, arjantinlerde boğulalım. Karamsar değilim sevgili okurlarım. Dayanamıyorum artık bu kan kokusuna. Yok mu bir yolu? Kan akıtmadan öldürseniz birbirinizi, birazda yağmurla sarhoş olsa şu anadolu. Yok o değil, Şu veya bu anadolu. O dersek şikayet ederler gene, tehditsel eleştiriler dolar kafam. Ağaçlar üniversite kızılı yapraklar açarsa üzülmez misiniz? Yok bipolar değilimdir. Sarı dişleriyle gülümseyen, ağzı sigara ve rakı kokan kadınlarla sevişiyorum ben. Bazen sertleşmiyorum, alkolden diyorum. Görmediğim anne şefkatiyle okşuyorlar onlarda saçlarımı gece boyu. Ağzı sigara ve rakı kokan anne şefkatiyle. Hemen bir sigara yakıp, dumanını basıyorum gözlerime. Ağlıyor musun diyorlar, yok diyorum duman kaçtı. Yalan söylemiyorum. Sinelerine basıyorlar onlarda beni. Yalan söylediğimi düşünüyorlar. Hep öyle düşündüler. Oysa yalan söylemeyeli pek zaman oldu, pek bulut geçti üzerimden. Pek insan öldü. Ama ben pek doğamadım galiba tekrardan. Bulamadıysam demek ki tekrardan o kanlı rahmi, bulupta giremediysem gene.. Efendim? Biraz daha kalsanız? Tamam, siz bilirsiniz. Hoşçakalın. Bende hoşçakalayım demeyin öyle. Uğrayın lütfen tekrar.

Lütfen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder