29 Mart 2013 Cuma

Ötekileşme


Yalnızlığın ortasında, hayatın altında, çakıl taşlarının üstünde. Ağzında sigara, elinde bir parça kağıt. Bekliyor, dünya denilen bokluğun en dip noktasında. Kül tablasında kaybolan sigara izmaritleri gibi, ait olduğu yerde kaybediyor kendisini. Dünya dönüyor, o gülüyor. Gecenin karanlığında ışıldayan yıldızlar gibi parlıyor elinde ki kağıt ateşle buluştuğunda. Bir ses duyuluyor gecenin ortasında. Bir şarkı dinliyor gökyüzü, yeryüzü, anılarında ki kadının yüzü. Basıyor kağıdın üzerine ilk adımını atarken. İkinci adımında ise anılarını ezip geçiyor. Gömüyor cehennemin dibine anılarını. Bir gün döneceğim diyor. Bir gün yaptıklarımla karşılaşacağım. O benim cehennemim olacak, oradan da kaçacağım elbet. Orayıda gömeceğim daha dibe belki. Dip kalmadığında ise kundaklayacağım cehennemi. Kendine aptalca sözler verirken, ağlıyor. Gülüyor. Daha fazla gözyaşı dökülüyor her kahkasında. Daha fazla unutuyor, her adımında.

 İlk önce anıları yakmak gerekir. Çünkü yaşanılan anılar kadar değerlidir insanlar. İyi yahut kötü. Kimisi gözyaşlarıyla yakar anılarını, kimi izmaritin ucuyla. Kimisi çakırkeyf kahkahalarıyla, kimi aynanın karşısında elinde makasla.

20 Mart 2013 Çarşamba

Akmayan nehirler, uçmayan kuşlar


 Açtı gözlerini. Sızladı her yeri. Artık istemiyordu. Parmaklarının arasında süzülen saçları hatırladı. Uzun siyah saçlar. Kendi saçlarından daha çok sevdiği saçları. Daha önce adına sarhoş olduğu o güzel kadını. Çok güzeldi. Siyah saçları, uzun ve ince beli. Akmayan nehirler, uçmayan kuşlar kadar gibiydi. Sönemeyen sigaraların söndürüldüğü kül tablaları içine gömmüştü adamı gülümsemesiyle. Göz yaşı ise bir çöle baharı yaşatırdı. Çok severdi adamı. Belki de bundan terk etmişti saat 3 ila 5 arası aşık olduğu tek kadını.

 Fakat zaman özlemenin değil, siktir etmenin zamanıydı. Zaman elinde ki bira şişesi ve karnında ki alkolle sokaklarda dolaşma zamanıydı. Dayak yiyebilirdi, yumruk yedikten sonra gözüne ne olduğunu soracak kimsesi yoktu sonuçta. Hayatın amına koyabilirdi, öldükten sonra sorgulanacak bir ruhu yoktu nasıl olsa !. Durdu olduğu yerde. Sokak boştu, elinde ki bira şişesi sokaktan bile boştu. İntihar edebilirdi, halat alacak parası bile yoktu oysa. Son parasını sigaraya vermişti. Düşündü. Yavaş yavaş ölecekti. Mutlu oldu. Gülümsedi. Tıpkı yıllar önce yaptığı gibi gizli gizli sigara içmeye çalıştı. Hayattan gizleniyordu. Hayat görmeden kendini öldürmek istiyordu. Hayatın engel olmasından korkuyordu. Elinde ki sigarayı söndürmesinden, halatı koparmasından. Kırdığı kalpler, ayaklarının altına serilip onu yürütüyordu adeta. Binlerce, milyonlarca kırık kalp parçası kesiyordu ayaklarını her adımda, her duruşunda. Her nefesinde bıraktığı kadınları özlüyor, dünyayı daha hızlı döndürmeye çalışıyordu. Fakat sadece başını daha hızlı döndürüyordu. Bilmediği kaldırım taşına kafasını vurmadan önce düşündü.

 Hiç hatırlamadığı bir yılın eylül ayı, hiç hatırlamadığı bir günün gecesiydi. Hala unutamadığı bir sokağın başında, adını hatırlayamadığı bir kızla öpüşüyordu. Kız kafasını yavaşça çektikten sonra parmak uçlarından aşağı attı kendini. Gözleri adamın dudaklarına indi. Kaldırdı kafasını. Gülümsedi. Adam tebessümüyle cevap verdi. Kız bayıldı. Kız öldü. Kız yok oldu. Ay ışığında ki uyuşuk gece, bir lambanın aydınlattığı gündüze döndü. Ağaçlar, duvarlar oldu. Yol, halıya büründü. Adam yatağında uzanırken buldu kendini. Gülümsüyordu. Başı dönüyor, dönen başından terler damlıyordu. Vücudunu örten şey beyaz bir battaniye ve de yanında uzanan kadının sol koluydu. Beli sızlıyor, o umursamıyordu. Sırada dünya vardı, onu da becerecekti. Bir anda adamın tebessümüyle yok oldu yanında yatan dünyanın en çıplak kadını. Yatak kumsala, tavan yıldızlı geceye büründü. Lambası ay, karşıda ki duvarda uyuyan nirvana posteri ege denizine dönüştü. Yavaşça doğruldu yattığı kumların üstünde. Sıra ona gelmişti. Yeteri kadar yıldız izlemiş, sıra kafasını şişeye gömmeye gelmişti. O 4. kişiydi sırada ki. Bu bir çemberdi. Yani ilk de olabilirdi son da. Umursamadı. Aldı şişeyi, eğdi kafasını. Uzun saçları önüne döküldü. Tek nefes çekti. Boğuldu. Karşısında ki denizin dibinde değil de, elinde ki şişenin içinde boğuldu. Öksürürken ağzından ve burnundan çıkan dumanlar yavaş yavaş çekilirken kendini elinde sigarasıyla kaldırımda otururken buldu. Gülümsedi. Kapadı gözlerini. Dinlemek istedi İstanbul'u. Gözlerini bir daha açamadı. Çünkü burası İstanbul değil, hayat denen cehennemin kör noktasıydı.

9 Mart 2013 Cumartesi

Melancholy Man


Yağmur damlaları, kızını döven bir baba misali vuruyordu cama rüzgarla birlikte. Sıcak bir nescafe ile camın önünde oturduğunu hayal etti, oturduğu köşeden. Nescafe yerine elinde saydamlığını yitirmekte olan bir bardağın içinde dolanan konyak vardı. Uzun zamandır konyak içmemişti. Terletiyordu. Fakat ne terlemeyi ne de uzun zamandır içmediğini önemsiyordu. Elinde ki bardağın boşaldığını görünce, eli şişeye gitti. Fakat düşünceler içinde ölüm kalım mücadelesi veren zihni, elinden hızlı davranıp hatırladı şişenin boş olduğunu. Gülümsedi hafifçe. Bir şeyin daha sonu gelmişti. Ardından yağmur da bitti. Adam tekrar gülümsedi. Kulaklığına gelen müziğin durduğunu fark edince şarjında bittiğini anladı. İyice büyük ve geniş bir tebessüm kapladı yüzünü. Sonu düşündü uzun uzun. Ve o da bitti...

O gece hava aslında hep dövdü yağmur damlalarıyla o camı. Adam sadece görmek istemedi.
O gece yere yarım şişe konyak döküldü bir tekmenin yardımıyla. Adam sadece içmek istemedi.
O gece kulaklıktan duyulan şarkı hiç durmadan tekrar etti. Adam sadece duymak istemedi

O sabah, gece boyunca ıslanan cam bir cesedin ambulansa taşındığını izledi.
Adam sadece yaşamak istemedi

7 Mart 2013 Perşembe

Hayatın kör noktası


Bir çöl bulutu dolaşıyordu odanın içinde. Beden bulmak isteyen ruhlar gibi sağa sola çarpıyordu beyaz toz parçaları. Gözlerin önünden geçen renkler gök kuşağından farksızdı. Birbirine anlamsızca sürtünen bedenler vardı. Gülenler, kahkaha atanlar, içki içenler, burnundan çekenler, ağzından üfleyenler vardı. Ve bir de adam vardı. Duvara dayanmış bir biçimde izliyordu. Dans eden kalçaları, halıya dökülen içkileri, tuvaletten burnu kızarık çıkan kadınları. Düşünüyordu. Daha önce izlediği kalçaları, boğazından döktüğü içkileri, sabaha karşı terk ettiği kadınları ve bir de annesini. Nerededir şimdi hiçbir fikri yoktu. Aslına bakacak olursak, hiçbir şey hakkında bir fikri yoktu. Hayat ve çektiği acılar onu ve geçmişini yok etmişti. Düşündü. Havada dolanan beyaz bir toz tanesi olmayı. Güzel bir kadının burnundan girip, beynine yapışmayı. Orada tümör olmayı ve kadınla beraber ölmeyi. Yalnız ölmemeliydi. Ölmemeliydi. Kimse görmüyor, kimse duymuyordu. İnsanoğlu kör, insanoğlu sağırdı. Disko topundan çıkan renkleri kimse umursamıyor, çalan şarkının ne olduğunu kimse önemsemiyordu. Adam sırtını yasladığı duvarda yavaş yavaş kaydı. Yere çöktüğünde ellerini de zemine yapıştırdı. Ağladı. Siyah saçları ve uzun suratı ıslanana kadar. Gözleri çıkana kadar. Bağıra bağıra ağladı. Kimse görmedi, kimse duymadı. Kapamadı yüzünü bu sefer. Karşısında hayatı olmayan insanlar vardı. Burası hayatın uğrayacağı en son yerdi. Burası hayatın kör noktasıydı.

--------

 '' Varlığı inkar edilen kalp, enkaz altında kalmış aşk kitapları, denize atılmış yüzük.. ''

Yazamıyordu bu gece. Yoğun müzik altında kalan kulaklarında farklı şarkılar çalıyordu. '' It's been a long time '' dedi istemsizce. Çalan şarkının sözleri değildi belki o kelimeler, fakat çok zaman olmuştu. Neye çok zaman olmuştu bilmiyordu fakat bunu söylemek hoşuna gidiyordu. Gözleri yazı yazmaya çalıştığı peçeteden kalktı, iki kızın sallanan kalçalarının arasından geçti bakışları, kravatını yeni çıkartan iş adamına dokunmadan bara ulaştı. Barmenin arkasında duran şişeye dokundu gözleri. Bir şişe kırmızı şarap. Ayağa kalktı. Dans eden bir kız buldu. Belinden tuttu. Şarkı yavaşladı. Çok sık olmazdı bu yavaşlamalar ucuz diskolarda. Ve ara sıra gerçekleşen şeyler kadınları etkilerdi. Daha önce okul kıyafetleriyle denize atlamıştı sevdiği kız mutlu olsun diye. Güldü. Kadının gözleri onun gözlerinde, adamın gözleriyse şarap şişesindeydi. Kadın konuştu

- '' Tanışıyor muyuz? ''

Kadın gülüyordu. Kendi bile inanmamıştı kurduğu cümleye. Hayatın kör noktasında dans eden iki insan elbette tanışıyordu.

- '' Sana bakarak şarap tatmak istiyorum. Umurumda değil ismin, kıyafetlerinin altında ne olduğu. Tek istediğim güzel bir kadını izleyerek şarap içmek. Sen güzel kadın oluyorsun, bende şarap içmek isteyen bir adam. Tanıştığımıza memnun oldum ''

Kadın son cümleyi bile zar zor duyabilmişti. Adamın ağzını takip ediyordu. Uzun bir sis dumanı vardı aralarında. Kadın adamın kalın ve tutkulu dudaklarını izliyor ve konuşmak için konuştuğu dilini üç odalı evinin en üst katında ki queen size yatağın içinde de bu kadar hızlı kullanıp kullanamayacağını düşünüyor, haz alıyordu. Dinlediğini belli etmek için kafasını salladı. Yalan söylemek burada serbestti. Dışarıda diliyle, burada bedeniyle yalan söylerdi Adem oğlu ve Havva kızı.

---------------

Adam iki üç adımda çıktı kapıdan. Yanağında bir kırmızılık, diğer yanağının hemen üstündeyse morluk vardı. Planları yine tutmamıştı. Şarap içmek isterken, iradesine yenik düşmüş ve kendini tuvalette kokain sindirirken bulmuştu. Daha sonra bir kaç saat önce tanıştığı kadına tecavüz etmeye çalışmış ardından barmen sevgilisinden dayak yemişti. Kadın '' Ben konsomatrisim '' diye bağırmış, o '' hepimiz öyle değil miyiz? '' demişti. İki üç adımda başladığı yere geri dönmüştü. Hiç parası yoktu ve sokaklar cebi kadar boştu. Boşluktan istifade edip ellerini cebine attı. Omzularını düşürdü. Kafasını öne eğdi. Artık hazırdı. Kaybetmiş ve yatacak yeri olmayan adam yürüyüşünü yapabilirdi. Ve onu izleyen binlerce yalnızlık vardı. Hepsi ayakta alkışlayacaktı belki de yürüyüş bittiğinde. Beyaz bir zencinin moonwalk'ı kadar ünlü olabilirdi. Bunları düşünürken, gerçeği hatırladı. Yol uzundu, adımları kısaydı. Gece karanlığında kaybolmaya yüz tuttu. Diskodan sesler geliyordu. Aldırmadı. Kulaklığı taktı. Son bir şarkı çalacak kadar şarjı vardı ufak aletin. Johnny Cash söyledi, o dinledi. Hayatın ve soğuğun altında kalmıştı. Kendi cesedini sırtında taşıyor, kim olduğunu bilmiyordu. Arıyordu o sadece. Ait olmayı bekliyordu. O bekledikçe, dünya dönüyordu. O kaybettikçe, dünya gülüyordu. Kendini asmak istedi, fakat bir halat alacak parası bile yoktu.

Eyvallah dedi. Eyvallah. Ölüme, intihara. Ne kaldıysa siktir çekerdi, şimdiyse gücü yoktu. Eyvallah dedi. Yürümeye, kaybolmaya ve kaybetmeye devam etti.


1 Mart 2013 Cuma

Ben aşıktım, o kumraldı




 Günler geçiriyorsun. Üstünde durduğun dünya devam ediyor dönmeye. Altında yürüdüğün gökyüzü doluyor ciğerlerine. Alkol alıyorsun her gün, dünyayla aynı hızda dönebilmek için. Sigara içiyorsun her saat başı, ciğerlerine gökyüzünden başka şeylerde gönderebilmek için. Aynı insanlara farklı cümleler kuruyor, farklı kıyafetleri aynı bedenine giyiyorsun. Aynı tırnaklara farklı ojeler, farklı morluklara aynı fondöteni sürüyorsun. Uzun zaman oldu, gülüşünü görmeyeli. Uzun zaman oldu, güneşi görmeyeli. Hissedebiliyorum cümlelerini, nasıl kalbinden çıktıklarını. Dudaklarına sığmayan duygularını kalbinde sakladığını yahut hayatı rimelli gözlerinden nasıl süzüp yaşadığını. Ben hissedebiliyorum. Kurduğun kelimelerin gözlerinin altında ki morlukları görüyorum. Uykusuz kalmış paragrafların var. Evcilleştiremediğin düşünceler, hala dökemediğin gözyaşların var. Saat 3 ila 5 arası uyanıp kesmek istediğin güzel saçların var.

 Günler geçiriyorum. Üstünde düşündüğüm dünya devam ediyor dönmeye. Altında uyuduğum gökyüzü dolmak istemiyor ciğerlerime. Alkol alamıyorum, koşmak zorunda kalıyorum dünyayla beraber. Yapamıyorum. Sigara içmiyorum, zorla tıkıyorum gökyüzünü ciğerlerime. Farklı insanlara aynı cümleleri kuruyor, farklı kıyafetleri aynı bedenimden çıkartıyorum. Aynı tırnakları kemiriyor, farklı yerlere tükürüyorum. Farklı müzikler dinliyor, aynı gitarı çalıyorum. Aynı kitapları okuyor, farklı sonlar yazmaya çalışıyorum. Yazamıyorum. Uykusuz kalmış noktalarım var. Hala yazılmamış paragrafları bekleyen. Evcilleştiremediğim duygularım, hala göremediğim gözyaşlarım var. Saat 3 ila 5 arası uyanıp dibini seyretmek istediğim şarap şişeleri var.