9 Şubat 2013 Cumartesi

Kaçacak yerim yok, ama evimdeyim.



 Adam ve kadın odanın en zenci köşesinde oturuyordu. Kadının gözleri odanın ve hayatının karanlığına rağmen parlıyordu. Geceyi fark etmeden aydınlatan yıldızlardan daha parlak, daha masumdu gözleri. Belki de biçimsiz vücudunda en beğendiği yerleri gözleriydi, belki de en nefret ettiği. Büyük ihtimalle o da nefret ediyordu gözlerinden. Parlamalarını istemiyordu, fark edilmek istemiyordu. İnsanlar ne zaman karanlıkta kaybolsa onun gözlerine yürürdü. Ölenler aslında tünelin sonunda ki beyaz ışığı değil, onun gözlerini görürdü.

 Kadın ve adam odanın en zenci köşesinde oturuyordu. Adamın parmaklarının arasında mutluluk vardı. Ateş vardı o mutluluğun ucunda. Duman çıkıyordu o mutluluktan. Odayı buluta çevirmişti o duman. Mutluluk dumanı ile dolmuştu adamın ciğerleri. Ama ona yetmiyordu artık. Ne kadar mutsuzluk o kadar mutluluk diyordu. Dolce Vita diyordu içinden sonra da. '' Tatlı hayat ''. Sonra bir kere nefes daha çekiyordu elinde ki mutluluktan. '' Daha tatlı hayat '' diye fısıldıyordu. Önceleri nasılsın diye sorulduğunda, bokun içinde yüzüyorum derdi. Şimdi biliyordu ki artık insanlar onun içinde yüzüyordu. Onun zihni dibi olmayan olmayan bataklıktı, onun kalbi bir belediye tuvaleti kadar değerliydi. Bazen sevgililer orada sevişir, bazen tutunamayanlar orada altın vuruşu yapar, bazense ihtiyacı olanlar kullanırdı onun kalbini. Önemsemiyordu o da artık. Beyaz ışığını bulmuştu o. Yürümesi gerekmiyordu o tünelde, kullanması gerekmiyordu belediye tuvaletini de. Mutluluğa da ihtiyacı yoktu belki, ama o hayatını zirvede bitirmek istiyordu. Bu yüzden son nefesiyle İstanbul'a adım atmıştı. Bu yüzden son parasıyla 2. sınıf bir fahişe bulmuştu. Ve bu yüzden son gücüyle kendini Boğaz'a bakan bir otel odasına atmıştı. Zirvede bitirmek istiyordu o sadece. Adını bile bilmediği bir kadın başını, onun omzuna koymuştu daha demin. Önemsemedi. Hatırladığı üç beş türkçe kelimeyle anlatmıştı sevişmeyeceklerini. Çünkü adam sevişerek başlamıştı hayata. Hergün hayat düzenli olarak beceriyordu adamı. Son gününde kimse kimseyi sikmeyecekti. Tekrar fısıldadı, Dolce Vita..

 Kadın başını adamın omzuna dayamıştı. Gözleri pencereyi izliyordu, pencere ise İstanbul boğazını. Her gece kendini atmak istediği o boğazı izliyordu. Hiçbir zaman kendine ait olmayacağı için yakmak istediği onlarca arabayı izliyordu. Hiçbir zaman yaşayamayacağı hayatlara sahip olan insanların amına koymayı istiyordu. İşte bu diyordu içinden, hayatın amacı, hayatın amına koymak. Herşeyi patlatmak. Hayatta hiçbir zaman sahip olamayacağı yağmur ormanlarını yakmak, yemeye parası olmadığı her balığı öldürmek, asla göremeyeceği fransız kumsallarını kirletmek istiyordu. Söyleyemediği her kelimeyi unutmayı, sadece öpüşmek için kullandığı dudaklarını dikmek istiyordu. Sadece gözleriyle gördüğü dünyayı sikmek istiyordu. Sağırdı, dilsizdi. 14 yaşında Rusya'dan, Türkiye'ye gelmişti. Öz babası tarafından tecavüze uğradıktan sonra, kalın bıyıklı bir adama satılmıştı. 17 yaşına kadar hayatı öğrenmişti. Saçlarını taramayı unutmuştu. Nefreti öğrenmişti. Sevgiyi unutmuştu. Ölümü öğrenmişti. Çocukluğu unutmuştu. Bir gece bir adam gelip elini tutana kadar hiçbir şeyi öğrenip her şeyi unutmuştu. Adam karşısına geçti, ağzını hareket ettirdi. Sonra tekrar elinden tutup bir otele götürdü onu. Yere bir minder atıp, duvara sırtını yaslayarak oturdu, içinde tütünden başka şeylerde olduğu anlaşılan sigarasını yakıp pencereyi izlemeye başladı adam. O soyundu, yere bir minder attı, tam adamın yanına. Başını onun omzuna koydu. Pencereyi izlemeye başladı.

 Adamın omzuna ağır geliyordu kadının başı. Çok ağırdı. Adam gülümsedi. Dertlisin değil mi sende dedi. Cevap gelmedi. Adam gülümsemeye ve kendi kendine konuşmaya devam etti. 17 yaşındaydı ikiside. Sevgililer gibi el ele tutuştular, dışarıyı izlediler. Yıllardır birbirine sahip çıkan iki sevgili gibi. Kadın düşünmüyordu yarın sevişeceği adamların yüzünü. Adam düşünmüyordu yarın bitireceği şişelerin dibini. Kadın ve adam düşünmüyordu artık kurtuluşu. Adam biliyordu Kurt Cobain'in Where did you sleep last night şarkısı. Belki kadın duyabilse severdi. Fakat her ikisi de dün gece nerede yattığını umursamıyor, her ikisi de yarın nerede yatacaklarını önemsemiyordu. Onlar bugün nerede kalacaklarını biliyordu bir tek. '' Mayın tarlasının tam ortasında '' dedi adam. Kadın duymadı ama anladı. '' Buradan kalktığımızda geri döneceğiz siperlerimize. Burası hayatın kırmızı ışığı. Burası asansörde elektriklerin kesildiği an. Burası senin ve benim hikayemin bittiği, bizim hikayemizin başladığı an. '' Kadın yine duymadı, bu sefer aşık oldu. Kafasını kaldırıp öptü adamın çatlak dudaklarından. Para karşılığı değildi bu öpücük, hislerdi ödenilen miktar. Sadece gerçek aşkı yanında hissetmenin verdiği hisler. Sesler ve kelimeler olmadan. Sadece bir omuzdu bu hisleri veren.

Onlar birbirlerine ait olabilmek için acı çekmişti. Konuşmadan aşık olmak için acı çekmişlerdi. Kelimelere, yüzlere, gözlere, isimlere, cisimlere, bedenlere, gelenlere, gidenlere, bitenlere ve ölenlere ihtiyaçları yoktu. Onların acıları vardı, onların geçmişi vardı. Acılar ve geçmişler birleşti, gelecek ortaya çıktı. Geleceğe sarıldılar. Onların geleceğine.

 Onların olmayan her geleceğin gırtlağını kestiler. Biz kelimesi geçmeyen cümleleri unuttular. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder