Sustu. Susması gerekiyordu çünkü. Dünya'da milyarlarca insan yeterince konuşuyordu. Karşısında dimdik duran, keskin gözler, ince bel ve güzel dudaklarla konuşan bir kadın vardı. Çekiciliği yüzünden düşünemiyordu diğer altı milyar insanı. Şeytandan almıştı kadın, çalmıştı güzelliği. Kadın konuşuyor, ama anlatmıyordu. Adam dinliyor, ama duymuyordu. Bir din yaratmak istedi, sadece o an için. Sonra vazgeçip Gauss'u düşündü, sonra da astronotları. Uzaydan dünyayı izleyenleri. İzlemek istedi dünyayı. Yanarak, kül olmasını. Sonra vazgeçip kadının dudaklarına odaklandı. Dinliyormuş gibi görünse de, o aşık oluyordu. Gülümsedi yavaşça adam. Kadın sustu ve sordu
'' Ee cevabın ne? ''
Çocukluğundan beri düşünürdü adam bu sorunun cevabını. Sabah uyandıktan sonra, gece rüya aralarından önce. Hep düşünürdü cevabın ne olduğunu. Normal bir sorunun cevabı değildi bu. Hatta herhangi bir sorununda cevabı değildi. Sorusuz bir cevabı arıyordu adam. Duymamıştı kadının ne sorduğunu, bilmiyordu soruyu. Duymamıştı dünya onun düşüncelerini, bilmiyordu kendini. Cevap benim diyordu içinden. Ağzını hafifçe araladı, ve döktü tüm kelimelerini;
'' Her insan şu hayata soru sormak için geldi. Sordular, Tanrı'yı buldular. Sordular, kendilerini buldular. Sordular, neden nefes aldıklarını buldular. Fakat ben sövmeye geldim dünyaya. Sövdüm, Tanrı'yı unuttum. Sövdüm, kendimi unuttum. Sövdüm, neden nefes aldığımı unuttum. Ben hayata bir şeyleri bulmaya değil, kaybetmeye geldim. Yaşamadığım, yaşayamayacağım her şeyi kağıtlara yazıp, onları yakmak için geldim. Dünyanın en güzel kadınını resmedip, onu kadınla beraber yakmak için geldim. Ben unutmaya geldim. Kaldırım taşlarında yürüyenlerin aksine, ben o kaldırım taşlarını sökmeye geldim ''
Kadın dinliyordu adamı. Sorduğu soruyla hiçbir alakası yoktu adamın anlattıklarının. Fakat kadın bu yüzden seviyordu adamı belki de. Farklı olması. Aralarında farklı bir ilişki vardı. Birbiriyle yıllardır sevgili olan iki insan gibiydiler. Evlenmeyi unutan sevgililer. Ve bazen de birbirinden bıkmış iki karı koca gibiydiler. Sevgili olmayı unutan evliler. Birbirlerine bağlıydılar, zorundaydılar. Kadın adamı dinlemeyi seviyordu. Ama dinlemek zorunda olduğunu da iyi biliyordu. Hafifçe gülümsedi, kalın dudakları daha çekici bir hal aldı. Kapattı adamın dudaklarını, kendi dudaklarıyla. Adamın konuşmasını seviyordu ama sessizliğine aşık olmuştu gün geçtikçe. Tüm dünya izledi iki sevgiliyi. Afrika'da ki çocuğun kafasına giden mermi havada asılı kaldı, kendini köprüden atanlar havada asılı kaldı, yumruklar havada asılı kaldı. Hayatın ta kendisi havada asılı kaldı. Sonra adam ayırdı dudaklarını istemeyerek. Biliyordu, ölmesi gerekenler ölecekti. Tüm hayat onu bekliyordu yeri öpmek için. Kadından aldığı dudaklarını araladı. Adamın aşık olması gerekiyordu. Oldu.
'' Seni seviyorum ''
Cevap buydu. Belki de Dünya'da sorulan her sorunun cevabı buydu. Belki de diğer dünyalar da sorulan sorunun da cevabı buydu. O dünyaya sormak için gelmemişti. O gün fark etti, sövmek içinde gelmemişti. O sevmek için gelmişti. Dünya'ya yeri öptürmek için. Ölmek üzere olan zihni son nidasını bastı uzun cümlelerle..
'' Born to die.. Peh, herkes dünyaya ölmek için geldi. Ölmeye zaten mecbursun. Sıkıyorsa sev. Sıkıyorsa aşık ol. Sıkıyorsa hayata alış. Natus Diligere, amına koyayım ! ''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder